top of page

Artık Yazmak Yok. Ama...

Artık Yazmak Yok. Ama...

Philip Roth'un Hâlâ Söyleyeceği Çok Şey Var.




Beyza ERTEM





Özel bir röportajda, (eski) romancı Roth, Trump, #MeToo ve emeklilik hakkındaki düşüncelerini paylaşıyor.

portaj: Charles McGrath, 16 Haziran 2018.

Yıllar boyunca birkaç kez Roth ile röportaj yaptım ve geçen ay tekrar konuşabilir miyiz, diye sordum. Okurlarının birçoğu gibi, “Pastoral Amerika”, “Bir Komünistle Evlendim” ve “Amerika'ya Karşı Komplo”nun yazarının şu anda yaşadığımız bu garip dönemde ne yaptığını ve zamanını nasıl geçirdiğini merak ediyordum. Sudoku? Gündüz saatlerinde televizyon? Görüşmeyi kabul etti, ancak yalnızca e-posta yoluyla yapılması koşuluyla. Biraz zamana ihtiyacı olduğunu ve ne söylemek istediğini düşünmesi gerektiğini söyledi.




C.M.: Birkaç ay içinde 85 yaşına gireceksiniz. Yaşlı gibi hissediyor musunuz? Yaşlanmak nasıl bir şey?


P.R.: Evet, sadece birkaç ay içinde yaşlılıktan derin yaşlılığa geçiş yapacağım -gün geçtikçe daha da derinleşerek zorlu olan Gölgelerin Vadisi'ne[1] gireceğim. Şu anda her günün sonunda kendimi hâlâ burada bulmak şaşırtıcı. Geceleri yatağa girerken gülümsüyorum ve düşünüyorum: "Başka bir gün yaşadım.” Bunun ardından sekiz saat sonra uyanmak ve ertesi günün sabahı olduğunu, burada olmaya devam ettiğimi görmek hayret verici. "Başka bir gece daha hayatta kaldım," diye düşündüm, bir kez daha gülümsememe neden oldu. Gülümseyerek uyumaya gidiyorum ve gülümseyerek uyanıyorum. Hâlâ hayatta olmamdan oldukça memnunum. Dahası, bu olurken her zamanki olağanlığında, haftalarca ve aylarca, emeklilik için birikim yapmaya başladığımdan beri, bu bende hiçbir şeyin hiçbir zaman nihayete ermeyeceği yanılsamasını yarattı, tabii ki bunun ucu ucuna da olsa bir gün bitebileceğini biliyorum. Oyun oynamak gibi bir şey; her gün, şimdilik yüksek bahisli bir oyun, hatta oranlara karşı, sadece kazanmaya devam ediyorum. Şansımın ne kadar sürdüğünü göreceğiz.


C.M.: Şimdi bir romancı olarak emekli olduğunuza göre, yazmayı hiç özlüyor musunuz, yoksa yazmaya geri dönmeyi düşünüyor musunuz?


P.R.: Hayır, düşünmüyorum. Çünkü yedi yıl önce kurgu yazmayı bırakmama sebep olan koşullar değişmedi. Dediğim gibi "Niçin Yazarız?" 2010'a kadar en iyi işimi yaptığım ve daha fazlasının ondan düşük seviyede olacağı konusunda güçlü bir şüphem vardı. Bu zamana kadar, bir roman kadar talepkâr olan karmaşık bir yapıya herhangi bir süreden büyük bir yaratıcı saldırıyı monte etmek ve sürdürmek için gereken zihinsel canlılığa ya da sözel enerjiye ya da fiziksel uygunluğa sahip değildim... Her yeteneğin kendi koşulları vardır — doğası, kapsamı, gücü; ayrıca terimi, bir görev süresi, bir ömrü... Herkes sonsuza kadar verimli olamaz.


C.M.: Geriye dönüp baktığınızda, bir yazar olarak geçirdiğiniz 50'yi aşkın yılı nasıl anımsıyorsunuz?


P.R.: Neşe ve inleme. Hayal kırıklığı ve özgürlük. İlham ve belirsizlik. Bolluk ve boşluk. Alevlenip sönüyor ve bulanıklaşıyor. Herhangi bir yeteneğin dayandığı sallanan ikiliklerin günlük repertuvarı -ve muazzam yalnızlık da. Ve sessizlik: Havuzun dibi kadar sessiz bir odada elli yıl… Kıt kanaat geçinme telaşı… Her şey yolunda giderse günlük harçlığım, cebimde kalan, işe yarar birkaç satırdan ibaret...


C.M.: "Niçin Yazarız?"da, Amerikan gerçekliğinin neredeyse yazarın hayal gücünü geride bırakacak derecede çılgın olduğunu iddia eden ünlü makalenizi “Amerikan Kurgu Yazımı”nı yeniden basıyorsunuz. Bunu söylediğinizde 1960'tı. Peki ya şimdi? Bugün yaşadığımız gibi bir Amerika'yı hiç öngördünüz mü?


P.R.: Tanıdığım hiç kimse bugün yaşadığımız Amerika gibi bir Amerika öngörmedi. Hiç kimse (belki de Amerikan demokrasisini “budalalar tarafından çakallara ibadet" olarak nitelendiren asidik H.L. Mencken hariç), 21. yüzyılın felaketinin Amerika’nın çöküşü olacağını, bu fenalıkların da en ucuzunun, Orwell’ın Büyük Birader’inin kılığında değil de uğursuz komedi sanatının bir figürü olan övünen soytarı kılığında olacağını tahmin edemezdi.


C.M.: 2004 tarihli romanınız, "Amerika'ya Karşı Komplo", günümüzde ürkütücü bir ileri görüş/önsezi gibi görünüyor. Bu roman ortaya çıktığında, bazı insanlar bunu Bush yönetimi hakkında bir yorumlama olarak gördüler, ancak o zaman şu anda olduğu gibi birçok paralellik/benzerlik yoktu.


P.R.: Önsezileri güçlü olan “Amerika'ya Karşı Komplo” size böyle görünebilir, fakat 1940'ta ABD için orada icat ettiğim siyasi koşullar ile bugün bizi dehşete düşüren siyasi felaket arasında kesinlikle büyük bir fark var. Başkan Lindbergh ve Başkan Trump arasında prestij farkı var. Charles Lindbergh, romanımda olduğu gibi hayatta da, gerçek bir ırkçı, Anti-Semit ve faşizme sempati duyan beyaz bir üstünlük yanlısı olabilirdi, ama aynı zamanda — 25 yaşındayken onun solo Trans-Atlantik uçuşunun olağanüstü başarısı nedeniyle — başkanlığını kazanmadan 13 yıl önce otantik bir Amerikan kahramanıydı zaten. Lindbergh, tarihsel olarak, 1927'de ilk kez long Island'dan Paris'e Atlantik boyunca durmadan uçan cesur bir genç pilottu. O bunu otuz üç buçuk saat içinde tek koltuklu, tek motorlu ve tek kanatlı bir uçakla gerçekleştirdi, böylece bu onu bir çeşit 20. yüzyılın Leif Ericson’ı ve havacılık tarihinin çığır açıcılarından biri, “havacı bir Magellan” yaptı. Karşılaştırma yapıldığında Trump, boş megolamanyak ideali dışında, büyük bir sahtekarlık ve yetersizliklerinin kötü bir toplamı olarak her şeyden yoksundur.


C.M.:Tekrar eden temalarınızdan biri de erkek şehveti, ekseriyetle yasaklanmış/ engellenmiş arzular ve bunun pek çok dışa vurumu. Çok fazla kadın öne çıkıyor ve çok göz önünde olan erkekleri –adamları- cinsel taciz ve istismarla suçluyor, bu içinde olduğumuz durumdan ne çıkarıyorsunuz?


P.R.: Ben, sizin de belirttiğiniz gibi, erotik hiddete/öfkeye yabancı bir yazar değilim. Cinsel kışkırtmalarla kuşatılmış adamlar bazı kitaplarımda yazdığım erkeklerin yaşamlarının görünüşlerinden-hallerinden-durumlarından biridir. Utanç verici arzular ve takıntılı tutkuların ümitsizliği ile beslenen ısrarlı cinsel zevk çağrısına karşılık veren –hatta tabuların cazibesiyle kandırılmış- erkeklerin, onlarca yıl boyunca tartışmaları ve müzakere etmeleri gereken bu tür kışkırtıcı güçlerin sahip olduğu huzursuz adamların kurgusunu hayal ettim. Bu adamların her birini olduğu gibi, her birini davrandığı gibi uyandırdığını, canlandırdığını, açlığını cinsel şiddetin kavrayışında ve psikolojik ve etik bir dizi sorunların mevcut arzusu karşısında tasvir etmeye çalıştım. Bu kurgularda zor meselelerin nedeni nasılı gözümü korkutmadı. Kabarmış herifler aklına eseni yaptığında, hatta bu kurgular toplumdaki erkek tahayyülüne ters düşse de -tabii böyle bir tahayyül varsa- bildiğimden şaşmadım.


Sadece erkek zihninin içine değil, inatçı baskısının kalıcılığıyla kişinin mantığını tehdit eden dürtülerin gerçekliğine adım attım, bu dürtüler bazen çok yoğundur ve hatta bir tür çılgınlık olarak deneyimlenebilir. Sonuç olarak, son zamanlarda gazetelerde okuduğum daha aşırı davranışların hiçbiri beni şaşırtmadı.


C.M.: Emekli olmadan önce, uzun, uzun günler geçirmekle ünlüydünüz. Şimdi yazmayı durdurdunuz, bütün o boş zamanı ne yapacaksınız?


P.R.: Tuhaf ya da çok tuhaf değil belki, çok az kurgu okudum. Tüm çalışma hayatımı kurgu okumak, kurgu öğretmek ve kurgu yazmak için harcadım. Yedi yıl öncesine kadar başka bir şey düşünmemiştim. O zamandan beri her gün, özellikle Amerikan tarihi değil, aynı zamanda modern Avrupa tarihi olmak üzere tarihi okumakla geçirdim. Okuma, yazmanın yerini almış durumda ve düşünme hayatımın büyük bölümünü, uyarıcısını oluşturmakta.


C.M.: Son zamanlarda ne okuyorsunuz?


P.R.: Son zamanlarda rotadan saptım, yeni bir yol izlemeye karar verdim ve heterojen bir kitap koleksiyonu okudum. Ta-Nehisi Coates'un üç kitabını okudum, kelimenin tam anlamıyla "Güzel Mücadele", babasından gelen çocukluk mücadelesinin anıları. Coates okurken ondan, Nell Irvin Painter'ın kışkırtıcı bir başlığa sahip olan incelemesi "Beyaz İnsanların Tarihi"ni öğrendim.” Painter beni Amerikan tarihine, Edmund Morgan'ın “Amerikan Köleliği, Amerikan Özgürlüğü”ne, Morgan'ın Virginia'nın başlarında var olduğu gibi “kölelik ve özgürlüğün evliliği” dediği şeyin büyük bir bilimsel tarihine geri gönderdi. Morgan okumak beni, Lucretius’un yıkıcı “Doğada” isimli el yazmasının 15. yüzyıl keşfinin koşulları hakkındaki Stephen Greenblatt'ın “Sapma”sını okuyarak büyük bir sapma yapmadan önce beni cezbetmemesine rağmen dolambaçlı bir yoldan Teju Cole'un denemelerini okumaya yönlendirdi. Bu, Lucetius'un M.Ö. birinci yüzyılda bir zamanlar yazılan uzun şiiriyle, Martin Ferguson Smith'in bir nesir çevirisiyle uğraşmamı sağladı. Oradan, Greenblatt’ın “Shakespeare'in nasıl Shakespeare haline geldiğini” anlatan “Dünyada İrade” kitabını okumaya devam ettim. Tüm bunların orta yerindeyse Bruce Springsteen'in otobiyografisini okumaya ve zevk almaya başladım, "Koşmak İçin Doğmuş"... Şimdi ne olursa olsun okumak için emrimde çok fazla zaman geçirmenin zevkinin bir kısmını söylemekten başka bir şey açıklayamam, yolum beni beklenmedik sürprizlere davet ediyor.


Kitapların yayın öncesi kopyaları düzenli olarak postayla geliyor ve Steven Zipperstein'ın “Katliam: Kishinev ve Tarihin Eğimi"ni böyle keşfettim. Zipperstein, 20. yüzyılın başında, Avrupa'daki Yahudi çıkmazının her şeyin sonunu önceden haber verecek şekilde ölümcül olduğu anı saptıyor. "Katliam" beni yorumlayıcı tarihin yeni bir kitabını bulmaya götürdü: Yuri Slezkine'nın "Modern çağ Yahudi çağıdır" ve "Özellikle 20. yüzyıl Yahudi yüzyılıdır” görüşlerini iddia ettiği “Yahudi Yüzyıl”ına. Isaiah Berlin'in "Kişisel İzlenimleri"ni okudum, onun tanıdığı veya gözlemlediği etkili 20. yüzyıl figürlerinin portrelerinden oluşan bir deneme. Virginia Woolf'un tamamen dehşete düşüren dehasıyla ilgili değerli bir taşı andıran duruşu var ve onun özellikle 1945'te korkunç bir şekilde bombalanan Leningrad'da, 50'li yaşlarında, izole, yalnız, Sovyet Rejimi tarafından hor görülen ve zulüm gören muhteşem Rus şair Anna Akhmatova ile ilk akşam toplantısı hakkında sürükleyici sayfaları var.

Geçtiğimiz hafta, iki arkadaşımın kitaplarını okudum: Edna O'Brien'ın James Joyce'un bilge küçük biyografisini ve cazibeli bir şekilde eksantrik olan bir otobiyografi, sevgili ölü arkadaşlarımdan biri olan büyük Amerikalı sanatçı R. B. Kitaj'ın “Eski Bir Yahudi Ressamın İtirafları”nı. Çok sevgili ölü arkadaşlarım var. Birçoğu romancıydı... Yeni kitaplarını postada bulmayı özledim.


Berlin yazıyor ki: “Savaştan sonra Leningrad, arkadaşlarının mezarlığı olan geniş bir mezarlıktan başka bir şey değildi. ... Hayatının güvenilmez trajedisinin hesabı, herhangi birinin bana sözlü kelimelerle anlattığı her şeyin çok ötesine geçti.” Sabah 3'e veya 4'e kadar konuştular. Sahne, Tolstoy'daki herhangi bir şey kadar hareketli.

[1] Orijinal kullanıma sadık kalınmıştır.

Röportajın Orijinali:

bottom of page