top of page

Bahtımın Yıldızı

MİLADÎ 21. ASIRDA


Bostancı Çakıl Meyhanesi

Marquis d’Istambulin







Çakıl Meyhane, Boston’cı’nın kuytu bir köşesinde ki; adeta kamufle edilmiş. Google namlı kefere icadının seyyarelerinden bile tarassut edilemediğinden eminim. İçeride durmuş oturmuş eski İslambol efendileri; eski zeman hanımları ilâ birlikte işret eylior. Yeşilçam sineması sankim canlanmış da yeniden husule gelmiş.



Hayihak! Felek dön bir de bize bak! Erişti yeni bir “Maşuklar Günü” eyyamı; lakin bizde yine hicran, yine hüsran… Yalnızlık bizim kaderimiz. Her daim uzletdeyiz sanki. Eskiden eş-dost araridü; hiç değilse; “Yalnızlar Balosu”na davet ederidü. İmdü devran iyiden iyiye değişti. O da kalmadı! Neşriyyadcı kızım Zuzu aradı; bir monden lakırdılar, bir monden lakırdılar sorma gitsin: “Baylone’daki Sevgililer Günü Party’sine katılıcekmiş; bilahare “after-hour party” varimüş, ben de gelir miymişim! Tövbe estağfurullah. Elimden bi kaza çıkıcek! Her şey bitti; gidüp aziz karındaşım, bohem heyatının pîri Fikret Adil’in Asmalımescit’inde köçeklik edeceğüz! Lailaheillallah!

Jüjü Kızım desen o daha beter. Zenga’daki partiye asırlık çınarlar bilem gidiormuş; ben neden imtina edip gitmior muşum ki?! Hemi akabinde gecenin derinliklerine akılıcekmiş. Dersaadet’de yaşiyor isem uykusuz gecelere alışmalı imişim. Retro bir tipim varimüş. Heva yapabilirimüşüm. Hemi muharrirlikten ne elde etmişim ki?! Hulûsi Kentmen de vefat etmiş, Cihangir’de merhametli fabrikatör rolü münhalimüş. Teklif de alabilirmişüm!

Marazî kedim Fitnat’ı sual edersen; Mart ayı erişmeden çatılarda yerini aldı. Bir serenad bir serenad ki sorma gitsin! Mahalleye rezil rüsva olduk vallahülazim! St. Valentine’s Day’ı bizim hanede layıkıyla idrak eden bir bizim Fitnat.

Yarabbi sen sabırlar ihsan eyle şu aciz kuluna! Neydeceğüm ben bu zamane ilâ?! Niççün anlamazlar derdimden?! Şöyle alaturka çalan bir gazino kalmadı mı melmekedde?! Maşuklar gününde alafranga köçek oynamak şart mıdır?! Şöyle bir Saadettin Kaynak senfonisi dinleyecek yer yok mudur: “Dertliyim ruhuma hicrânımı sardım da yine / İnlerim şimdi uzaklarda solan gün gibiyim / Gecenin rengini kattım içimin matemine / Sönen ümmid ile günden güne ölgün gibiyim…” diyerekden…

Son bir ümmid; Cukurcuma’daki sahaf ahbabım Muineddin Efendi’yi aradım: “Efendi efendi; bir mahbubeler günü dahi hicranla mı geçecek?! Yok mudur bu melmekedde şöyle adabınca Türk San’at musikisi icre eyleyen bir mekân?!” deyu sitem etdim.

Muineddin Efendi sahaf dükkânında gramafondan Deniz Kızı Eftelya dinlior idü. Ben bu minval üzre sitem edince gramofonun iğnesini kaldırdı ve usuletle konuştu:

“Aziz Marquis d’Istambulin ben de imdü sizi arıyeceğidüm! Sizin yakaya; Bostancı’ya geçmek içün Şirket-i Hayriye Vaporları’na doğru promenada girişmek üzereydim. Kadıköy’ünden Bostancı’ya lando; fayton filan kalmadı değil mi? Nassıl erişeceğim ben Kadıköyü’nden Bostancı’ya? Bunu siz bilirsiniz çünki adeta kalûbeladen beri Suadiye’de ikamet ediorsunuz?”

Şaşdım kaldım. Cihan harbi çıksa Muineddin Efendi Çukurcuma’yı bırakıp da Anadolu yakasına geçmez! Son kerre Yirminci asırda zelzele olup da Dersaadet yıkılacak gibi olduğunda korkusundan kaçmış idü bu yakaya. Aradan on altı sene geçmiş. İmdüüü Muineddin Efendi’yi bu yakaya sevkeden hadise ne idü acep?!

“Muineddin Efendi sıhhattesinizdir inşallah?!” deyu sordum mütecessis bir halde.

“Avet; avet! Gayet eyiyüm azizim. Neden sual ettiniz?”

“A Bon! Siz kıyamet kopmadıkça Anadolu yakasına geçmez idünüz. İmdü bu nuhusetli kış gecesinde sizi Bostancı’ya atan sebeb nedir acep? Sır değilse izah eder misiniz?”

“Hayhay! Derhal izah edeyim. Zati sizi de bunun içün arıyecektim. Sizin muhitte bir meyhane açılmış; derunî Türk Sanat Musikisi çalior imüş. Tıpkı 19. Asır Osmanlı meyhaneleri gibin imüş. Bu mahbubeler gününde bizi teselli edecek yer olsa olsa orasıdır. Kıymetli zevcem Müberra ebediyete intikal etti edeli her St. Valentine Day’da onu yâd ederim. Bu sene de Türk San’at Musikisi çalan o meyhaneye gidelim diyeceğidüm.”

“Peki de bu mekânın adı ne imüş mirim?! Ben nasıl duymamışım bugüne dek!”

“Vallahi biraz kıyıda kuytudaymış. Öyle eyyamcı zevat dolmasın deyu pek reklam yapmiormuş. Adı Çakıl Mayhane imüş. Bostancı postanesinin yanında imüş.”

“Bak şimdi helecanlandım; gidelim vallahi!” dedim tilifonda. Muineddin Efendi fark etmeden bir tansiyon ilacı atdım ağzıma. Çamlıca’da Küçüksu’da Katibim esvapları içinde mendil bırakan ahu ceylanların peşinden koşduğumuz o mes’ut seneleri hatırladım. Bir damla gözyaşı düşdü ak sakalımdan aşağı. Palas pandaras hazırlanmaya koyuldum. Adeta bir yirmilik civan gibiydim imdi.

Çakıl Meyhane, Boston’cı’nın kuytu bir köşesinde ki; adeta kamufle edilmiş. Google namlı kefere icadının seyyarelerinden bile tarassut edilemediğinden eminim. İçeride durmuş oturmuş eski İslambol efendileri; eski zeman hanımları ilâ birlikte işret eylior. Yeşilçam sineması sankim canlanmış da yeniden husule gelmiş. Ayhan Işıkvari eski zeman beyleri, mütevazı kabadayılar, görmüş geçirmiş varlıklı efendiler, binbir sergüzeştten canlı çıkmayı bilmiş marifetli tacirler; eser neşretmekten sarfınazar etmiş rind yazarlar; kıdemli bohemler ve dahi iltifata mazhar olmuş “loser”lar hep birlikte bir arada… Wallahülazim içeri girer girmez bir helecan aldı ki beni az kalsın kablim durucek. Ol lahza kendimi Kanal seferinden canlı avdet etmiş Falih Rıfkı gibin hissetdim. Oturup Zeytindağı’nı yazıvereceğim orada adeta. İşte öylesine halis bir hissiyat. Bir büyük söyleyip işret meclisimizi kurduk. Masamıza gelen eski zamandan kalma tombalacılarla bile ülfet ettik. Eski zeman beyleri, hatunları ile divan lisanıyla hasbıhal eyledik. Muftak da mükemmelimüş. Adana kebabı; tereyağında kelle; beyin salata sanırdık ki Doğu Anadolu işidir. Meğer İslambol efendileri bunları ikram edende İslambollu’dan da İslambollu olurlarimüş. Mazide kalan mahbubelerle işret eylediğimiz Aşiyan Gazinosu, Yenikapı Çakıl, Kazablanka geldi hatırıma. Bir hüzün çökdü ruhuma.

Hemi de maşuklar gününü böylesine “retro” bir eski zaman meyhanesinde idrak etmek ne latif, ne manalı bir fiil oldu... Pek hislendim… Bir de bakdım; yufka yürekli damarım galebe çalior. Bendeniz bu değerli hazirunun önünde hörmet ilâ eğilirken dudakları Leyla serlevhalı o efkârlı senfoninin Vecdi Bingöl’e aid, hüzünlü mısralarını terennüm etmeye başladı. “Bahtımın yıldızı sanmıştım seni / Sensiz karanlıktır her günüm, Leyla / Ayrılık Mecnun' a döndürdü beni / Dertliyim yürekten, üzgünüm Leyla…” Ne diyelim; rahmetli Attila İlhan olsa idü o emsalsiz Türkçesi ilâ: “O Karanlıkta Biz!” koyaridü bu müstesna gecenin adını. Hilmi Hoca ise: “Hüzün ki en çok yakışandır bize!” deridü. Bizse Zuzu kızımın tabiriyle: “Retro” olduk o gece! Alaturka terennüm eylemeğe devam ilâ: “Gülüm yaprağım soldu / Gönlüme hazân doldu / Bir ömür harâb oldu / Onu bilmiyor Leyla…” diyerekden…

(Hatıralar & Hüzün…)

bottom of page