
Suat Kutay KÜÇÜKLER
Hamamböceği metaforu ile özdeşleşen Kafka’ya bir selam verip İngiliz hiciv geleneğinin usta ismi Jonathan Swift’in yolundan devam eden “Hamamböceği” romanı, İngiliz parlamentosundaki “Tersinciler” ve “Düzgiderciler” arasındaki çekişmeyi, politikanın geldiği konumda âdeta “normal” sayılabilecek hamamböceğinin iktidarında yaşadıklarıyla anlatıyor.
Booker ödüllü İngiliz yazar Ian McEwan’ın “Hamamböceği” başlıklı romanı, Lâle Akalın’ın çevirisi ile Yapı Kredi Yayınları’ndan çıktı. McEwan’ın, bir analoji kurarak “yükte hafif, pahada ağır” diyebileceğimiz bu kısa romanı, Avrupa politik hayatının son yıllardaki en önemli konularından birini, Brexit’i hicvediyor. İngiliz hiciv geleneğinin çağdaş yapıtları arasında yerini alan “Hamamböceği”, bir hicvin belki de asli özelliği sayabileceğimiz “iğneleyici” kurgusunu akıcı bir üslupta sunuyor.
Birleşik Krallık’ın Avrupa Birliği’nin geleceğinde nerede duracağı sorusu yeni bir soru değil. Öyle ki Birleşik Krallık’ta düzenlenen 1975 tarihli ilk ulusal referandum Birleşik Krallık’ın Avrupa Topluluğu’nda kalıp kalmayacağına ilişkindi. 1975 Referandumu’nun sonuçları, sonradan Avrupa Birliği’ni teşkil edecek olan Avrupa Topluluğu lehineydi. “
Düşüncenin alet çantası kavramlardır.” denir, ele alınan konuya hangi kavramlarla yaklaşılacağı bu anlamda önemlidir. Tarihe dönük bir incelemenin alet çantasında en önemli yeri “Zeitgeist” (“Çağın Ruhu”) işgal eder. Kabaca, belirli bir döneme ait düşünce ve duygu biçimi olarak tanımlayabileceğimiz “Zeitgeist”, kendi çağının ortak belleğidir aynı zamanda. İşte 1970’li yıllarda Avrupa’nın ruhu, henüz “aşırı sağın yükselişi”, “post-truth” ya da “mülteci krizi” gibi gündem maddelerinin etkisi altında değildi. 1975 Referandumu bu minvalde kendi çağının ruhunu yansıtan bir sonucu da beraberinde getirmişti: Birleşik Krallık, “Avrupalılık” düşüncesinin aydınlattığı “çok kültürlülüğün” uzağında değildi. Lakin 2016 yılında gerçekleştirilen “Brexit Referandumu”, 1975’in politik ortamından farklı özellikler taşıyordu ve sonuç Avrupa Birliği’nin aleyhine oldu. Birleşik Krallık tarihinde bir yol ayrımı olan bu sonuç, aynı zamanda çağın ruhuna da ayna tutuyordu. Oxford Sözlüğü’nün tam da 2016 yılında, Birleşik Krallık’ın Avrupa Birliği’nden ayrılmaya “Evet!” dediği yılda, “posttruth” kelimesini yılın kelimesi seçmesi bir tesadüf değildi elbette.
McEwan, Hamamböceği’ne yazdığı önsözde, Brexit’i doğuran sebepleri ya da çağının ruhuna işaret eden tespitleri şöyle sıralıyor: “ (…) Vahşi bir mantıksızlık, yabancı düşmanlığı, sabırla çözümleme yapmaya karşı direnç, ‘uzmanlar’a duyulan güvensizlik, başkalarına horozlanacak ölçüde kendi ülkesine bağlılık, basit çözümlere tutkuyla duyulan inanç, kültürel ‘saflık’ özlemi – ve bu içgüdüleri sömüren bir avuç politikacı.” (s. 9-10) “Post-truth” kelimesinin bu çağda bir “anahtar” rolü üstlenmesinin sebeplerini, yazarın bu cümlelerindeki görmek mümkün gözüküyor. Öyle ki post-truth, doğrudan duygulara hitap eden ve nesnelliği, kişisel kanaatlerin gölgesinde bırakan bir duruma işaret etmektedir. Denebilir ki bu anlamda “post-truth”, politik kararların temeline de “Neyi biliyorum?” sorusunu değil, “Ne hissediyorum?” sorusunu geçirmektedir. Elbette hakikatin yahut hakikatlerin önemini yitirdiği bir “post-truth” çağında demokrasilerin totalitarizme dönüşeceğini tahmin etmek güç değil.
İnşaat şirketi sahibi bir devlet başkanının Koronavirüs’e karşı “dezenfektan enjekte etmeyi” önermesi, yine bu çerçevede belki de şaşırılası bir durum değil. Fakat trajedilere gebe bu absürtlüklerin arasında bir çıkış yolu bulunacaksa, onun da “posttruth çağının kınanması” yoluyla değil, “anlaşılması” yahut “düşüncede kavranması” yoluyla mümkün olacağı bilinmelidir. “Post-truth” çağının çocukları arasında gösterilen “aşı karşıtları” salt bir cehaletle itham edildiğinde, varlıkları hiç de gizli olmayan ilaç lobilerinin, piyasanın mantığı içerisinde pazar payını genişletmeye çalışan bir “sağlık sektörünün” faaliyetleri perdelenecektir. O halde ambulansın ardına takılan arabalar misali, toplumun maruz kaldığı sorunların yarattığı duygusal tepkileri bir “oy potansiyeli” görüp faydalanan politikacılara karşı çıkmanın yolu, geçmişi olumlamak olmamalıdır. McEwan, önsözde bu politikacıları “seçkinlik karşıtlığının seçkinleri” olarak tanımlıyor. Diğer yandan McEwan, safını Avrupa Birliği’nden yana tutarak yine de geçmişin düşüncelerimde bir umut ışığı yakalıyor ve Brexit yanlılarına karşı bir cepheden şunları söylüyor: “Kendi cehaletine gözlerini kapatmış olan popülizm, kan ve toprak söylemleriyle, yerine getiremeyecekleri yabancılara karşı üstünlük özlemleriyle ve iklim değişikliğine karşı takındıkları acıklı küçümser tavırla, ileride bazıları Brexit’ten de daha can yakıcı, daha kötü sonuçlar verebilecek başka canavarlar yaratabilir. Fakat bu canavar çeşitlemelerinin hepsinde hamamböceği ruhu gürbüzleşmeye devam edecektir. Bu yaratığı iyi tanımalıyız ki yenebilelim. Yeneceğimize inanıyorum.” (s. 11)
Hamamböceği metaforu ile özdeşleşen Kafka’ya bir selam verip İngiliz hiciv geleneğinin usta ismi Jonathan Swift’in yolundam devam eden “Hamamböceği” romanı, İngiliz parlamentosundaki “Tersinciler” ve “Düzgiderciler” arasındaki çekişmeyi, politikanın geldiği konumda âdeta “normal” sayılabilecek hamamböceğinin iktidarında yaşadıklarıyla anlatıyor.

Hamamböceği
Ian McEwan
Çev. Lâle Akalın
Yapı Kredi Yayınları
88 syf.
12 TL