M. Utku YEŞİLÖZ
Değişen yönleriyle bir savaşa girmişti James Joyce. Edna O’Brien’a göre artık üç kurumla savaştaydı o: Katolik Kilisesi, İngiltere Krallığı ve hukuk kurumu. Kişisel alanlarında mücadelesini sürdüren yazar, yirmili yaşlarında yazmaya başlamış ve otuzlu yaşlarına gelene dek bu yazdıklarını basacak bir yayınevi dahi bulamamıştır.
İşte böyle kopar kıyamet İşte böyle kopar kıyamet İşte böyle kopar kıyamet Gümbürtüyle değil iç çekip ağlayışla. T.S. Eliot, İçi Oyuk Adamlar, V
Eserlerinde işlediği toplumsal sıkıntılarla edebiyat dünyasında tanınan ve uzun yıllar Londra’da yaşayan İrlandalı yazar Edna O’Brien, aslında okuduğu ilk kitap olan T.S. Eliot’ın Introducing James Joyceuyla yine Joyce'un “Sanatçının Bir Genç Adam Olarak Portresi” eseri, yazar için yaşam boyu yazınla uğraşacağı fikrinin temellerini atar.
Edebiyatla ilgilenmeye karşı duran bir ailesi olsa da ilk kitabını 1960’da, 30 yaşında bastıran O’Brien, 1981’de yazdığı “Virginia” oyunu ve 1999’da yayımlanan “James Joyce” biyografisiyle dikkatleri çeker. Türkçeye Zeynep Çiftçi tarafından çevrilen James Joyce biyografisi 2020 Mart’ında Alfa Yayınları’ndan çıktı.
“Aydınlık Jim”
O’Brien, 20. yüzyıla damga vuran yazarın biyografisini kaleme alırken klasik bir iskelet kurmaktan ziyade aynı topraklardan çıkmanın lirizmiyle James Joyce’un çarpıcı yaşamına okur için bir pencere aralar.
Roman kurgusuyla oluşturulan bu biyografik eserde Joyce’un isim ve tarih hususundaki hassasiyeti gözümüze çarpan ilk şey denilebilir. Latinceden türetilmiş olan isminin “neşe” anlamına gelmesinden keyif alan yazarın tarihlerle de arasının sıkı olduğunu görürüz. 2 Şubat 1882’de, Dublin’in ücra bir mahallesi olan Rathgar’da dünyaya gelen Joyce, doğduğu tarihi kendine özel kılmak için hem Ulysses hem de Finnegan Uyanması’nın basım tarihlerini bu güne denk düşürmek adına epey uğraşmıştır.
O, “savurgan zevkleri ve bariz tutarsızlıkları olan, köpeklerden ve gök gürültüsünden ürken, bununla birlikte, karşılaştığı insanların yüreğine korku salabilen ve onları kendisine itaat ettirebilen bir adam; otuz dokuz yaşındayken kalabalık bir aile kuramadığı için ağlayan, fakat nice İrlandalı kadın gibi annesini de ‘çocuk doğurmakla yükümlü çatlak bir tekneye’ dönüştürmüş olan topluma ve kiliseye lanet okuyan bir adam”dır,(s. 10) yazarca. Çevresindekilerin ona taktığı “Aydınlık Jim” lakabıyla günden güne karanlığa çekilen bir yaşamı tadacaktır. “Karanlık” kelimesinin belki de uzak çağrışımlarından birisi “körlük”. James Joyse için körlük söz konusu değilse de görme problemleri yaşaması onun hayatını etkilemiştir. O’Brien’ın okurları için hazırlamış olduğu bu biyografide yer alan “miyop olduğundan o yıllarda da gözlük kullanıyordu” (s. 12) ibaresi onun çocukluk zamanlarından getirmiş olduğu bir sağlık sorununa işaret etmekte.
“James’in rahip olacağı sanılıyordu; öyle inançlıydı ki ayinden sonar kiliseden ayrılmayarak, Tanrı’yla baş başa kalmayı ve düşünmeyi tercih ediyordu.” (s. 16)
Edna O’Brien’ın Joyce hakkında özümsedikleri ile yol alan eserde tabii ki Joyce’un dine bakış açısı, bu konudaki eğilimleri genişçe yer tutmuş. Sanatçının “çocuksu bir hassasiyetten incitici bir kayıtsızlığa, doyumsuz bir dindarlıktan kuşku ve isyankârlığa nasıl geçtiği” (s. 17) noktasında üslupça da okuru etkileyen biyografi, James Joyce’un sosyokültürel yaşantısının yerinde bir özetini verir.
Aynı zamanda, yazarın yaşadığı yerleri onun kendi kafasında bir taslak hâline getirdiğini bildiren O’Brien, bu taslağın eserlerinde nasıl eridiğini okura anlatır.
“Şairler maneviyatın koruyucularıyken, rahipler yıkıcı ve gaspçıydılar.” (s. 25)
Değişen yönleriyle bir savaşa girmişti James Joyce. Edna O’Brien’a göre artık üç kurumla savaştaydı o: Katolik Kilisesi, İngiltere Krallığı ve hukuk kurumu. Kişisel alanlarında mücadelesini sürdüren yazar, yirmili yaşlarında yazmaya başlamış ve otuzlu yaşlarına gelene dek bu yazdıklarını basacak bir yayınevi dahi bulamamıştır. Yazında James Joyce gibi otuzlu yaşlarda kendine yer bulan O’Brien, onunla birlikte Henrik Ibsen, William Butler Yeats, Samuel Beckett, Platon, NietzcheTolstoy, Flaubert, Proust gibi birçok şair ve yazarı James Joyce ekseninde anmayı ihmal etmez. Ve böylece bizler için bir yandan da Joyce’un bu isimlerle olan bağı çözülmüş olur.
“Fakat her zaman en kıymetli olanı kendimize saklarız” (s. 23)
James Joyce’un mektuplarına dökülen kimi sözler onun “duygusal açıdan nasıl bir yoksunluk içinde olduğunu da dokunaklı bir biçimde” (s. 23) kabullendiği gösterir. Özellikle anlatım sürdükçe eşi Nora ile mektuplaşmasının izlerini O’Brien eserine taşımış. Memleketiyle olan derin bağı, annesinden kendine kalan duygu kırıkları, karşı cinsle olan düşsel ve fiziki yakınlıkları ve nihayetinde cinsel dürtülerindeki volkan hiddetiyle mektuplarında çırılçıplak kalan sanatçı, yaşamının geri kalanında “Nora’da, ay ışığında güzelleşen karanlık, şekilsiz toprak anayı arayıp bulacaktı.” (s. 55)
Joyce’un kıymetli Nora’sını -ailesine rağmen- geleceğine sakladığı her güzel anı ve gitgide hüsrana dönüşen bu ilişkiyi ince bir dille kaleme alan yazar, gelecekte babalarının yanında ismi anılacak olan Lucia Joyce ve George Joyce’tan da haberdar etmekte okurunu. James Joyce’un ruhsal tükenişinin sacayağı olan kızı Lucia ile kopmaz bağı kitabın son bölümlerine doğru zihinlerde yıkıcı bir etki yaratmaktadır.
Değişken düşüncelerin yanı sıra kimi dönemlerde “büyük” yazarlarda gözlenebilen radikal tavrın Joyce için de geçerli olduğunun altını çizen O’Brien, bunu yaparken onun erken dönem yapıtlarını analiz edip bilhassa “Ulysses” eserini mihraka alır. Yine kitapta belirtilen kaynaklar arasında “Ulysses”i görmek dahası yazarın eser için özel bir başlık açması onun bu eser üzerinde hassasiyet geliştirdiği fikrini uyandırır bizde.
“Deliliğin dehanın sırrı olduğunu biliyordu.” (s. 192)
Biyografide şairler ve yazarlar üzerine dikkat çekici ibareler söyleyen Edna O’Brien, sanatı söz konusuyken istediğini mutlak elde eden bir James Joyce’la karşı karşıya kaldığımızı işaret eder satırlarında. “Bilinç ve bilinçdışı arasındaki bariyerleri” (s. 192) yıka yıka kendini var eden, şöhretini kazanan sanatçının ellili yaşlara geldiğinde yaşamının en dip noktasında olduğunu söylemekten de geri durmaz. Bu fikrini desteklemek amacıyla şu üç şeyi okuruyla paylaşır: Joyce’un babasının ölümü, kızı Lucia’nın çarpık ruh hâli ve insanların Finnegan Uyanması’na ilgisizliği.
“Sözcüklerle dilediğim her şeyi yaparım,” (s. 225) düşüncesiyle sanatsal hakikatin peşine düşen Joyce’u, içini oyan kırılmaların onda yarattığı travmalarla harmanlayarak yaşamının sırrını açığa çıkaran bu eseri akıl, beden ve ruh sağlığımız açısından bizi zorlayan şu günlerde okumak iyi bir seçenek olarak yanı başımızda durur.
"James Joyce"
Edna O'Brien
Çev. Zeynep Çiftçi
Alfa Kitap
232 s.
24 TL
Comments