Metin YETKİN
İngiliz yazar Ian McEwan, Booker Ödülü’nü kazandığı “Amsterdam’da Düello” kitabında aynı kadına âşık iki arkadaşın sevgi ve nefretle örülü dünyasını anlatıyor.
“Amsterdam’da Düello” bir cenaze merasimiyle başlıyor: “Molly Lane’in iki eski sevgilisi, krematoryumun önünde, şubat soğuğuna arkalarını dönmüş, bekliyorlardı.” İlk cümleden itibaren bu iki eski sevgilinin çatışmasına dahil oluyor okuyucu. Sevgililerden ilki Clive, ünlü bir besteci. Diğeri Vernon, “The Judge” gazetesinin editörü. Cenazede ilk işleri Molly’nin kocası George Lane’i kıskanmak oluyor çünkü Molly onun kollarında vefat etmiş. Clive kendini tutamayarak “Biliyor musun, onunla ben evlenmeliydim. Kötüleşmeye başladığında onu bir yastıkla falan öldürür, herkesin acımasından kurtarmış olurdum.” diyor. Nitekim bu cümle romanın temel taşlarından biri. Zira haftalar sonra Clive’ın Vernon’dan isteği bir gün elden ayaktan düşerse ötanazinin yasal olduğu bir ülkeye taşınmak. “Elimizden gelseydi Molly’ye yardım edeceğimiz gibi.” diye de ekliyor. Aynı talep Vernon’dan da geliyor. Böylece iki arkadaş bir gün birbirlerini öldürmek üzere sözleşmiş oluyorlar. Çünkü ikisi de dünyaya ne kadar yabancılaştıklarını Molly’nin ölümüyle anlıyor ve kendilerini sorguluyorlar. Bunu iki olay üzerinden görüyor okuyucu. İlki, Clive’ın coşkun bir halde beste yaparken bir erkek tarafından saldırıya uğrayan bir kadına yardım etmemesi. Vernon, bu adamın uzun süredir aranan bir tecavüzcü olduğunu öğrenince Clive’ı affetmiyor. İkincisiyse, Vernon’un Molly’nin bir diğer eski sevgilisi olan dış işleri bakanı Julian Garmony’nin başbakanlık adaylığını tehlikeye düşürecek bir fotoğrafı kullanması. Clive, bunu özel hayatın mahremiyeti olarak görüyor ve Vernon’dan nefret ediyor. Aslında iki arkadaş da kendilerini birbirleri üzerinden sorguluyor. Onların ortak paydalarıysa Molly. İki adam da Molly’yi bir nostalji, bir ütopya, bir kaçış gibi görüyor. Onun ölümüyle yıkılan bu sığınağın altında tek başlarına kalıyorlar. Biri diğerinin vicdanı oluyor ve aslında ikisi de birbirini tamamlıyor. Öyle ki George ve Garmony’ye duydukları nefret dahi ortak.
Romantik burjuva tipini temsil eden George ve kurnaz siyasetçi tipini temsil eden Garmony onlardan bir adım önde. Onlar arasında da bir çekişme var. George ve Garmony’nin çekişmesine Vernon alet edilince, filler tepişiyor ve çimenler eziliyor. Romanın ilk sayfasındaki epigrafı anımsıyor okuyucu: Burada karşılaşan ve kucaklaşan arkadaşlar gittiler çoktan / Hepsi kendi yanlışlarına.
İki arkadaş arasındaki çatışmanın yanında dönemin siyasi atmosferi, eşcinsel hakları, kadın hakları, medya sektörü gibi konular irdeleniyor. Vernon’un yaşadıkları medyanın ne kadar güvenilmez olduğunu gösteriyor zira medya sektörü tiraj üzerine bina edilmiş. Garmony’yle ırkçılığın, zenofobinin ve homofobinin İngiliz toplumundaki yükselişine şahit oluyoruz ve “öteki”nden nefret eden insanların her biri gibi Garmony de özel hayatında farklı kimliklere sahip. Bunu da yine Molly sayesinde öğreniyoruz. 68’ Kuşağı’nda yetişen ve özgür bir yaşam süren Molly bu dört adamın asıl karakterlerini görmeyi başarmış. Onun gidişi bu yüzden erkekler üzerinde bir yıkım etkisi yaratıyor. Öte yandan Sartre’ın deyimiyle özgürlüğe mahkûm bir kadın olarak Molly, hastalığı ciddileşince intiharı seçiyor. Oysa ne Clive ne de Vernon bunu yapacak gücü kendinde görüyor. Kendilerini inatla birbirlerinden nefret etmeye zorluyorlar ve hayattaki başarısızlıklarını görmezden gelerek birbirlerinin hatalarına odaklanıyorlar.
Bu özellikleriyle “Amsterdam’da Düello” hayatla bağı kalmayan bireylerin dünyaya atılmışlık hissini sorgularken varoluşçu temalara yer veren insanın dünyadaki çöküşüne dair bir roman olarak karşımıza çıkıyor.
Amsterdam’da Düello
Ian McEwan
Çev. Ülkem Çorapçı
Yapı Kredi Yayınları
140s.
14 TL
Comments