top of page

Elma Çoktan Yenildi!


Elif Asena Güven


National Theatre’ın her perşembe izleyicisi ile buluşturduğu çevrimiçi oyunlara bir yenisi daha eklendi. Mary Shelly’nin “Frankenstein; ya da Modern Prometheus” adlı eserine neredeyse tamamen sadık kalınarak düzenlenen, Danny Boyle yönetmenliğindeki “Frankenstein”. Benedict Cumberbatch ve Jonny Lee Miller’ın başrollerini paylaştığı oyun, izleyiciyi insanın var oluşu üstüne sorular sormaya ve korku aynasında kendi yansımasını görmeye itiyor.


Prometheus, Yunan didaktik şiirinin babası olarak bilinen Hesiodos’a göre İapetos ve Klymene’nin oğludur. Zekâsı ve kurnazlığı ile ön plandadır. Yunan mitolojisine göre topraktan yaratıldığı düşünülen insan soyuna sahip olan ve onlara medenileşmeleri için Olympos’tan çaldığı ateşi getiren bir Titan’dır. Ne var ki insan varlığını geliştirmek uğruna çabalasa da sonunda bir trajedi doğar. Hiç kuşkusuz Mary Shelly de bu mitten ilham alarak eserine “Modern Prometheus” alt-başlığını uygun görmüştür. Dr. Frankeinstein bir dâhidir. Yaşamın kaynağını, insana hayat verenin ne olduğunu henüz bilmemekte ve karşı konulmaz bir merak içindedir. “İnsan tanrı olabilir mi?” sorusunun yanıtını arar. Amacı hayatın temelinde yatan, insana hayat veren ve ona bir benlik kazandıran “ışığı” bulmaktır.Aslında ruhun peşindedir, onu yakalar da. Fakat yaptıklarının sorumluluğunu üstlenemez ve bir dizi trajedinin fitilini ateşler.

Kibir duygusunun ve insanın tanrı olma hırsının sonuçlarının nereye varacağını gösterir kitap. Sevdiklerini teker teker kaybederken doktorun dâhiliği bir nevi deliliğe evrilir.

Benedict Cumberbatch’in canlandırdığı Frankeinstein’ın yaratığına baktığımızda karşımızda yetişkin bir adamın bedenine sıkışmış yeni doğan bir bebek vardır aslında. Doğduktan sonra emeklemeye başlamak, ayağa kalkmaya çalışmak, yürümek ve en sonunda da koşmak gibi doğal bir süreci tamamlamak için herkes gibi çabalar. Oyunun ilk dakikalarından itibaren içine birdenbire düştüğü bilinmezlik ve yine de ayağa kalkma gayreti onu bekleyen zorlukların habercisidir. Yaratıcısı olan Frankestein’ın korkunç ve çirkin bulduğu bu canlıyı terk etmesi üzerine yapayalnız kalır ve hayata tutunmaya çalışır. Cumberbatch’in oyunculuğu sayesinde seyirci yaratığın hislerine ortak olmaya ve onunla empati kurmaya başlar.

Başta doğanın bir parçası olan, onu öğrenmeye çalışan ve etrafındaki her şeyi gözlemleyen bu yaratık nihayet “insan” denilen varlıkla karşılaşır fakat yüzleştiği ilk gerçek onların ön yargısı olur.

Yalnızca farklı olduğu için karşılaştığı zorluklar, aslında gündelik yaşantıya da ışık tutmaktadır çünkü bilinmedik veya farklı olan her şey insanları korkutur. Bunun en iyi örneği, bombardıman yüzünden kör olan DeLacey’dir. Yaratığa ilk yardım eden, konuşmayı ve okuma yazmayı öğreten bu yaşlı adam maalesef ailesinin ön yargısını sezememiştir. Bu da oyundaki trajik unsuru körükler. Yaratığın eylemlerinin altında dünyaya ilk geldiğinde maruz kaldığı sevilmeme korkusu vardır. Fakat her karşılaştığı insana ikinci bir şans vererek saf ve temiz duygularla yaklaşmıştır.


Kendisini eğitmek için Pultarch’ın “Roma İmparatorlarının Hayatı” ve John Milton’un “Kayıp Cennet”i gibi eserler okur. Bu eserler karakterin gelişiminde büyük önem taşır ve kendine şu soruları sormaya başlar: “Ben kimim? Nereden geldim? Bir ailem var mı?” Her insan gibi köklerine ulaşmaya, bir bakıma içinde bulunduğu dünya ile bağ kurmaya çalışır. Yaratıcısı tarafından ona bir isim dahi verilmemiştir. Her insan gibi o da bir kimliğe ihtiyaç duyar. Aslında Kayıp Cennet’teki “Âdem” olmak ister ama ne bir “Havva”sı vardır ne de onunla gurur duyacak bir tanrısı. Tıpkı “Şeytan” gibi sürülmüştür yani. Bu durum onunla empati kurmasını sağlar. Frankenstein, bir “Havva” yaratmasına rağmen; yaratığın elinden onu da alarak sözünü bozmuş olur; böylece yaratık yalanı da öğrenir.

Doğduğunda saf ve temiz duyguları olan bir bebek gibiyken insanlarla olan tecrübelerinden sonra “asimilasyonun ustası” haline gelir. Yıkmayı, yozlaşmayı, nefreti, aşağılamayı ve yalanı öğrenir. Bir zamanlar sadece iyi ve güzel olanı düşlemiş olsa da zihnini intikam ocağına çevirir. Doğmayı, var olmayı, yaşamayı hiç istememiş olmasına rağmen hayatta kalmaya çalışır.

Meraklısı için, oyunun iki versiyonu mevcut. İlkinde Benedict Cumberbatch’i yaratık, Jonny Lee Miller’ı “Frankenstein” olarak görüyoruz. İkinci versiyonda ise roller değişmekte. Zaten, bu iki karakteri birbirine sıkıca bağlayan birçok özellik mevcut. Merakları, idealleri, yaşadıkları beklenmedik ve sarsıcı anlar ve en önemlisi kayıpları... Oyun boyunca görülen bu benzerlikler aslında tek bir durumun kanıtı: Tanrı ve onun yaratığı özünde birbirinin yansıması halindedir. “Oğul babaya, sahip köleye dönüşür.” Öfke ve arzu birbirine karışır. Neticede, ikisi de kaçınılmaz sona gelmiştir: Tanrı ve oğlu tek olur ve aynı yolda ilerler.


Not: Oyunun ilk versiyonunu 7 Mayıs, ikinci versiyonunu ise 8 Mayıs’a kadar National Theatre’ın “Youtube” kanalından izleyebilirsiniz.

bottom of page