top of page

Erişdi Nevbahar Eyyamı; Dideler Ruşen!

Münevverler Mahfili - I


Marquis d’Istambulin

Vesâil-i İrtibat:

matkapdergi@gmail.com




Hayırdır inşallah! Dünyanın sonu mu gelior deyu düşündüm bir an. Ediblere de avans ödenior artık. Vallaha başımıza taş yağıcek! Hiçbir bahanem kalmadı. Mukaveleleri imzalamak içün portmantoya eğildim. İmzalı mukaveleleri elimden koparırcasına aldı ve hiddetle uzaklaşdı.

Dersaadet, 16 Haziran 2014

Çukurcuma’daki sahaf ahbabım Muineddin Efendi enterressan bir şahsıyyeddir. Dükkânı minnacıkdır lakin entelijansiyanın en çok sevdiği faaliyet olan sümen altından rakı götürmek içün idealdir. Vakıa anlı şanlı münevverler tebdil kıyafetlerde Muineddin Efendi’nin mekânına gelüb sütre gerisine sinerek bir yandan rakısını hüpletir bir yandan da aydın muhitinin dedikodusunu derdest eder. Dedikodunun ayyuka çıkdığı ay da Mayıs’dır. Nüççün mü? Çünki sokaklara masaların atılıb, meyhanelerin avenülere taşdığı, şen kahkahaların bina çeperlerinde aksiseda bulduğu aydır Mayıs. Nice nice dilberler, nice nice ahu ceylanlar, nice nice servi revanlar; ediblerin, ülüversite muallimlerinin, sinema rejisörlerinin, muharrirlerin, kollarında şık şıkıdım Beyoğlu eğlencelerine intisab eder; yüsgek topuklar üzerinde akrobasi eyler ve de Nevizade’de Asmalımescit’de, Tomtom’da nevzuhur edip işret meclislerinde yerini alır.

Muineddin Efendi’nin Tilifonu…

Filhakika bu yıl tulûat erken başlamış olacak ki; hiç âdeti değildir lakin Muineddin Efendi beni tilifonla aradı. “Bu aralar beni bir ziyaret ediniz Marquis d’Istambulin. Enterressan terakkiler var aydın muhitinde” dedi.

“Hayırdır inşallah,” deyu sual eyledüm.

“Tilifonda uzun uzun mütakeleme eyleyecek değilim Marquis d’Isambulin. Derekab Beyoğlu’na Aydın Muhiti’ne intikal ediniz. Galiba bizim de günümüz gelior.” dedi ve ahizeyi kapatdı.

Lahavlevela! Gel de imdü tecessüslere garkolma! Arzın en böyük münevver hapishanesinde ne oldu da biz muharrirlerin, ediblerin, şair şuaranın günü geldi? Lailaheillallah! Muzır adam şu Muineddin Efendi!

Bîçare giyindik kuşandık. Yollara revan olub Şirket-i Hayriyye Vaporuna binib Karaköyü’ne vasıl olduk. Siyatiklerim de bir azmış bir azmış; sorma gitsin. Her ne halt ise uflaya puflaya Tünel marifetiyle Pera’ya çıkıp Muineddin Efendi’nin sahaf dükkânına erişdik. Muineddin Efendi içeride Sabite Tur Gülerman Hanfendi’den bir şarkı çalior gramofonda ki bütün Çukurcuma sese gitmiş. “Erişdi Nevbahar Eyyamı / Açıldı gül-i Gülşen/ Çerağan Vakdi Geldi / Lalezarın didesi Ruşen.”

“Tövbe estağfurullah Muineddin Efendi, civan oğlanlar böyle şamata edüp mahalleyi sese verse annayacağidüm. Bu yaşda nedir bu hafifmeşreplik yahu?!” deyu sitem etdim.

“Ahh Marquis; sormayın. Bin yıl geçse aklıma gelmezidü mes’ut günlerin Beyoğluna avdet edeceğü? Saadetten mest oldum vallahi! Beni bağışlayınız taşkınlıklarım içün!”

“Yahu hele bir anlatsana Muineddin Efendü? Nedir mevzu?”

“Ahh Marquis; inanmayacaksınız amma alaturka Beyoğlu’na avdet etdi. Tomtom’da yeni bir meyhanemüz var ki artık haftada üç gün alaturka musiki meclisleri kurulior. Bir taze hatun kişi ki meleklerin sesini hatıra getiren bir cins-i latif; öyle bir Türk San’at Musıkisi icre edior ki duyan bülbüller bile selama durup ağlior!”

“Yahu yoldan çıkmış, aleladeliklerle dolu şu asrî zamanlarda böyle bir mucize nasıl hasıl oldu Muineddin Efendi? Halisünasyon görüor olmayasuz?” deyu sordum tecessüs içre.

“Hayır mirim hayır! Daha dün gece oradaydık. Bir işret meclisi ki kuş sütü kuru üzüm. Fiyatlar ucuz, mezeler harika. Yasemin Tatar adlı bir melaike Sabite Tur Hanfendi’den öyle bir söylüor ki melekler yere indi saniorsunuz? Vallahi sizi bir yere bırakmam. Bu akşam Tomtom’daki Küçük Meyhane’deyiz.”

“A bon!” dedim; “Filhakika bir mucizeden lafzeyliorsunuz Muineddin Efendi. Lakin bir tecrübe etmekten ne çıkar ki! Ben şu son gelen kütübe birkaç saat göz atayım. Sonra çıkar gideriz Küçük Meyhane’ye. Bakali dediğiniz kadar var mı imüş?”

Renk vermedim. Lakin fevkalade mes’ut ve de bahtiyar oldum.

Mon dieu! Bu nassıl bir saadet böyle! Demek ki sonunda biz unutulmuş, horlanmış ediblerin de günü gelior! Kablimden ılık bir şeyler akdı. Kendimi bir hoş hissetdim. İşgal altındaki İslambol’dan Anadolu’ya geçmek için davet beklerkene ayna karşısında kalpak tecrübe eden Osmanlı zabitleri gibi hissetdim bir an. Yan gözle aynada kendime bakdım. Mazideki günleri yâd edüp hatıralara daldım. Bir hevesle hazırlandım. Şiir dosyamı da koltuğumun altına aldım. Ne olur ne olmaz deyu. Manşetli gömleğimi, fötür şapkamı, kolalı mintanımı bir kez daha muayene etdim. Tam kitapların arasına dalıp keraat vaktini beklemeye koyulacağım çat kapı neşriyyadcı kızım Zuzu Kardashian çıkagelmesin mi?

“O la laaa; nereye böyle bensiz Marquis?!” deyu sordu gülerek. “Hiç hanım kızım hiç. Biraz promenad eyleyeceğidüm Beyoğlu’nda; Avenue İstiklal’de!” dedüm mütereddit.

“Yalan söylemeyi hiç başaramiorsunuz Marquis! Koltukaltınızda o manuscriptlerle mi promenada gidiyorsunuz? Ne onlar öyle?! Sizi hiç bu kadar mes’ut görmemişdim. Bu işin içinde bir iş var.Yoksa başka neşriyyadcı mı buldunuz kendinize?!” diye sordu Zuzu kızım.

“Hâşâ! O nasıl söz öyle! Galata Kuledibi çayhanelerinde biraz kafiye, redif, aruz tecrübe eyleyeceğidüm sadece.” dedüm.

Ansızın çekdi aldı koltuğumun altından şiir dosyalarını ve aynı hızla bir tomar mukavele uzatdı bana. “İmzalayın bunları Marquis!” dedi. “Bu dosyalar benim! Siz benim yazarımsınız.!”

“Fekad Zuzu evladım o elinizdeki eserlerin ne olduğunu bilmeden nassıl mukavele imza eyliorsunuz benle!” deyu sual etdim.

“Mukaddime, Kaside, Rubai… Daha beteri olabilir mi?! İşte hepsini istiorum! Buyurun size bir mıkdar nakid!” dedi ve bin liralık bir bankonot uzatdı.

Hayırdır inşallah! Dünyanın sonu mu gelior deyu düşündüm bir an. Ediblere de avans ödenior artık. Vallaha başımıza taş yağıcek! Hiçbir bahanem kalmadı. Mukaveleleri imzalamak içün portmantoya eğildim. İmzalı mukaveleleri elimden koparırcasına aldı ve hiddetle uzaklaşdı. Arkasından koşdum. Yakalamaya çalışdım. Nafile. Uçmuş gitmişidü. Bir müellifin, bir muharrir ya da şairin mutlu mesut olduğunu görmek asabını bozmuştu sevgili neşriyyadcı kızımın. Buna dayanamamışidü. Lakin onu nerede bulacağımı biliordum. Bu devirde hatun kişi öfkesini alış-veriş ilâ alır. Eğer şaire yazara da para ödeniorsa artık bu melmekedin kazığı kopmuş demekdir. Bunun öfkesini çıkarmak içün Zuzu’nun Louis Vuitton’dan en az beş bin liralık olması iktiza ederidü.

Nitekim rahvan adım Pera’daki Louis Vuitton’a vasıl olduğumda onu üç tane çanta almış çıkariken gördüm. Birazcık teskin olmuş gibiydi.

“Hadi sana Küçük Meyhane’de bir kadeh rakı ısmarlayayım Zuzu kızım, müsekkin yerine geçer.” dedim.

“Nayır Marquis Marquis beni Starbucks kahvehanesine götürün si’l vouz plait; biraz efkârlıyım, bir şiir kitabına telif ödemek bünyemde beklenmedik cereyanlar hasıl eyledi” dedü.

“Lakin bunun da ilacı alaturka ve rakıdır Zuzu kızım. Ben seni Küçük Meyhane’ye götüreyim en iyisi!” dedim.

“A bon! Sert bir şeyler içeceğim bir yer olsun da ne olursa olsun!” dedi.

“Alors!” dedim “Allez-y!” ve avansımı saydım cebimin içinde gizlice…


Comments


bottom of page