Metin YETKİN
Dönemin diğer romanları aydın/halk, bilim/din, yobaz/laik çatışmaları üzerinde durmaktayken, Sabahattin Ali hem felsefi hem de toplumsal bir eser ortaya koymuştur. Kitapta kaynaklanan çatışmalar ideolojik değildir, toplumsal yapının ürünleridir. İşte bu sayede ‘Kuyucaklı Yusuf’ diğer köy romanlarından ayrılarak edebiyatımızın dönüm noktalarından biri olmuştur.
Sabahattin Ali 1907 yılında Gümülcine’de doğdu. İstanbul Muallim Mektebi’ni bitirdikten sonra Yozgat’ta öğretmenlik yaptı. 1928 yılında Millî Eğitim Bakanlığı tarafından Almanya’ya dil eğitimi için gönderildi. 1921 yılında Nasyonal Sosyalist Alman İşçi Partisi’nin başına Adolf Hitler geçmişti ve 1929 yılında yaşanan Dünya Ekonomik Bunalımı parti başkanı Hitler’e güç kazandırmış, etnik milliyetçilik Alman gençleri arasında bir salgın gibi yayılmıştı. Bütün insanların eşit olduğunu ve aynı haklara sahip olmaları gerektiğini savunan Sabahattin Ali doğal olarak burada barınamadı. Kısa bir süre sonra, bazı edebiyatçılara göre Nazi yanlısı bir öğrenciyle kavga etmesi yüzünden, bazılarına göre komünizm propagandası yaptığı bahanesiyle okuldan atıldı, 1930 yılında memlekete döndü. Sabiha ve Zekeriya Sertel çiftinin çıkardığı, Nâzım Hikmet’in de yazılarına kucak açan "Resimli Ay" dergisine gitti. "Bir Orman Hikâyesi"ni Nâzım Hikmet’in masasına bıraktı. Ünlü şair hikâyeyi okuduğunda Sabahattin Ali’deki cevheri keşfedecek ve şiir yazmakla uğraşan bu genci roman yazmaya teşvik edecekti.
Gazi Eğitim Enstitüsü’nün Almanca yeterlilik sınavını kazanan Sabahattin Ali, 1930 yılında Aydın’da Almanca öğretmenliği yapmaya başladı. Ancak, düşüncelerini açık açık paylaşmaktan asla çekinmezdi. Oysa, Cumhuriyet rejimi en kısık muhalif sesi bile bastırmak için müthiş bir çaba gösteriyordu. Bu yüzden, TKP’nin illegal yayın organı ‘Kızıl İstanbul’ dergisini öğrencilere dağıtmakla ve komünizm propagandası yapmakla suçlandı Sabahattin Ali. Beraat edene kadar üç ay Aydın Hapishanesi’nde kaldı. Bu, Cumhuriyet rejiminin ona ilk uyarısıydı. Oysa, Aydın Hapishanesi’nde dinlediği hikâyeler ‘Kuyucaklı Yusuf’un filizlenmesini sağladı. Sabahattin Ali, 1931 yılında yine Almanca öğretmeni olarak Konya’ya gönderildi. Konya’da tarihçi Cemal Kutay ‘Yeni Anadolu’ gazetesini çıkarıyordu. "Kuyucaklı Yusuf"un ilk tefrikası 1932 yılında bu gazetede çıktı. Cemal Kutay’dan parasını alamayan Sabahattin Ali yirmi altıncı sayıdan itibaren yazmayı bıraktı. Aynı sene, “Gazi Mustafa Kemal Paşa’ya hakaret” suçundan yargılandı. Şahitler arasında Cemal Kutay’ın yakını olan üç öğretmen vardı, gerekirse Cemal Kutay da şahitliğe hazırdı. Bir sene hapis cezasına çarptırılan Sabahattin Ali, apar topar Konya hapishanesine sevk edildi. 1933 yılının mayıs ayında Sinop hapishanesine nakledildi, Kasım ayında çıkan afla serbest bırakıldı. 1935 yılında Kadıköy Evlendirme Dairesi’nde Aliye Hanım ile evlendi. 1936 yılının sonuna doğru ‘Kuyucaklı Yusuf’u tamamladı. Roman, 9 Kasım 1936 ve 21 Ocak 1937 tarihleri arasında Tan gazetesinde ilk defa eksiksiz olarak yayımlandı. 1937 yılında Yeni Kitapçı Yayınevi tarafından roman olarak basılan kitap mahkeme kararıyla toplatıldı. Sabahattin Ali, bir hafta önce doğan kızı Filiz’i doya doya sevemeden 7 Ekim 1937’de “halkı aile hayatı ve askerlikten soğutmak” suçundan yine hâkim karşısında buldu kendini. Aralarında Reşat Nuri Güntekin’in de bulunduğu bilirkişilerin yazdığı raporlar lehineydi. Böylece hem Sabahattin Ali hem de ‘Kuyucaklı Yusuf’ beraat etmiş oldu.
Bir Başkaldırı Romanı Olarak Kuyucaklı Yusuf
"1903 senesi sonbaharında ve yağmurlu bir gecede Aydın’ın Nazilli kazasına yakın Kuyucak köyünü eşkıyalar bastılar ve bir karı kocayı öldürdüler." diye başlar "Kuyucaklı Yusuf".
Cinayeti duyan Kaymakam Salâhattin Bey, doktorla birlikte öldürülen karı kocanın evine gider. Cesetlerin yanında bekleyen on yaşlarındaki Yusuf’u görür, ailesini kaybeden bu sert mizaçlı çocuğu evlat edinir. Yusuf, Salâhattin Bey ile birlikte Edremit’e taşınır. Burada kent hayatını gören Yusuf kimseye ısınamaz. Kaymakamın dört yaşındaki kızı Muazzez dışında sevdiği kimse yoktur. Aradan seneler geçer, Yusuf ve Muazzez büyür, birbirlerine âşık olurlar fakat bunu itiraf edecek cesaretleri yoktur. Fabrikatör Hilmi Bey’in serseri oğlu Şakir de Muazzez’e göz koyar. Yusuf’la tartışırlar ve Yusuf’tan bir yumruk yer. Yediği yumruğun acısını çıkarmak için yemin eder. Bu çatışma, romanın kırılma noktasıdır.
Nitekim, Türk Edebiyatı’nın en yetkin eleştirmenlerinden biri olan Berna Moran, üç bölümden oluşan kitabı ikiye ayırır. İlki çevrenin ve kişilerin tanıtıldığı birinci bölümdür, ikincisi ise Yusuf ile Şakir arasındaki çatışmayla birlikte başlayan olaylar zinciridir. Birinci bölümde Yusuf, toplumsal hayattan uzakta doğayla iç içedir. İkinci bölümde ise toplumsal hayatın içine girer ve uyum sağlayamaz. Burada romantizm akımının öncüsü Rousseau’nun fikirlerini görmek mümkündür. Rousseau’ya göre insan doğada mutludur fakat iş bölümü ve mülkiyet ile yapay bir hayat inşa edilince zaman içerisinde doğadan koparak özünü kaybeder. Bu yüzden, insanın toplumsal durumu yozlaşmadan ibarettir. Zaten Avrupa’da Rönesans’tan itibaren gezgin yazarlar doğayla iç içe bulunan ilkel halkların yaşamlarını övmeye başlamışlar, "vahşi" diye nitelendirilen kavimlerin erdemlerini anlatarak "soylu vahşi" tanımını ortaya atmışlardır.
Yusuf, bu tanımın içinde yer alır çünkü kent hayatına adapte olamaz, bulduğu her fırsatta doğaya sığınır. Salâhattin Bey’in paradan başka bir şey düşünmeyen karısı Şahinde "yaban" olarak nitelendirir Yusuf’u. Fakat Yusuf, dönemin diğer köy romanlarındaki "yaban"lardan daha farklıdır. Dönemin diğer romanları aydın/halk, bilim/din, yobaz/laik çatışmaları üzerinde durmaktayken, Sabahattin Ali hem felsefi hem de toplumsal bir eser ortaya koymuştur. Kitapta kaynaklanan çatışmalar ideolojik değildir, toplumsal yapının ürünleridir. İşte bu sayede ‘Kuyucaklı Yusuf’ diğer köy romanlarından ayrılarak edebiyatımızın dönüm noktalarından biri olmuştur. Aynı zamanda roman, zenginler, ezilen halk ve bürokrasi üçgeni üzerinden sistem eleştirisi yapar. Bu eleştirinin en çarpıcı örneği şu olaydır: Salâhattin Bey, Şakir’in babası Hilmi Bey tarafından oyuna getirilmiş ve asla ödeyemeyeceği bir kumar borcunun altına girmiştir. Yusuf’un Muazzez’e âşık olan arkadaşı Ali bu parayı temin eder. Salâhattin Bey’in borcu olmadığına göre kızını vermesi için yapılan baskılara boyun eğmek için de bir sebebi kalmamıştır. Kasaba halkı Ali’nin Muazzez’le evleneceğine kesin gözüyle bakmaktadır. Bir düğün gecesinde Şakir, Ali’yi vurur. Şakir’in ve babası Hilmi Bey’in pis işlerini yapan Hacı Etem, jandarma çavuşuna rüşvet vererek silahı değiştirir, şahitleri de ikna eder. Böylece Şakir ceza almadan kurtulur. Bürokrasi bir eşya gibi parayla alınıp satılır hâle gelmiştir.
Yusuf, bir gün Muazzez’i kaçırarak onunla evlenir fakat Salâhattin Bey’i kıramadığı için Edremit’e geri döner. Bir zaman sonra Salâhattin Bey, kırk altı yaşında kalp hastalığından dolayı ölür. Yeni gelen kaymakam İzzet Bey, Yusuf’un tahrirat kâtipliğine bir son vererek onu süvari tahsildarı yapar. Artık Yusuf, ailesine bakabilmek için at üstünde köy köy dolaşmakta, eve on günde bir uğrayabilmektedir. Bunu fırsat bilen Şahinde, kızı Muazzez’i içkili meclislere sokar ve kentin ileri gelenlerinin sofrasına meze yapar. Yusuf, Muazzez’i bu meclislerden birinde görür ve çıkan çatışmada herkesi öldürerek Muazzez’i tekrar kaçırır. Oysa çıkan çatışmada yaralanan Muazzez ölür.
Sabahattin Ali, ‘Kuyucaklı Yusuf’u üç cilt olarak tasarlamıştır. Şehrin ağır toplarını öldüren Yusuf, ‘Çineli Kübra’ isimli ikinci ciltte eşkıya olacaktır. Kübra, Hilmi Bey ve Şakir’in tecavüzüne uğramış, annesiyle birlikte onların zulmünden kaçarak Yusuf’un himâyesine sığınmış bir genç kızdır. Yazar, roman boyunca Yusuf ile Kübra’nın tekrar karşılaşacaklarına dair ipuçları vermektedir. Üçüncü ciltte ise Yusuf’un yörüklerin arasına katılması anlatılacaktır. Bu yönüyle ‘Kuyucaklı Yusuf’, ‘İnce Memed’ gibi eşkıya romanlarının öncüsü sayılabilir.
Aldırma Gönül Aldırma
‘Kuyucaklı Yusuf’, ‘Kürk Mantolu Madonna’, ‘İçimizdeki Şeytan’ gibi önemli romanlara, birçok hikâye kitabına ve birçok şiire imza atan Sabahattin Ali, tekrar hapse gireceğini anlayınca mahkumken tanıştığı bir berberin yardımıyla Bulgaristan’a kaçmaya çalışır. Ancak, istihbarat işe el attığı için Sabahattin Ali aylarca sorgulandıktan sonra, Kırklareli’nde kafasına odunla vurularak 1948 yılında devlet eliyle katledilir. Ölüm haberi tam on ay sonra gazetelere yansır. Sabahattin Ali’nin cesedini birlikte Markopaşa dergisini çıkardıkları Aziz Nesin ve Adalet Cimcoz teşhis eder. Özel eşyalarını haciz konulduğu gerekçesiyle ailesine teslim etmezler. Sabahattin Ali’nin bir mezarı dahi yoktur. Katil zanlısı Ali Ertekin ise önce idamla yargılanır, sonra dört sene hapis cezasına çarptırılır. Kısa bir süre sonra af çıkar ve serbest kalır. Hatta devlet, tek suçu halkını sevmek olan Sabahattin Ali’den o kadar korkmuştur ki senelerce hakkında yazı yazılmasına dahi müsaade etmez.
Yazarın kızı ünlü müzikolog Prof. Dr. Filiz Ali bir röportajında durumu şöyle açıklar:
“Söylemek istediğim şu, o 10 yıllık dönem zarfında dahi Sabahattin Ali ile ilgili konuşmak, yazı yazmak, soru sormak hemen hemen mümkün değildi. 1960'lardan sonra ben Türkiye'ye döndükten sonra annemle beraber Türkiye'de kitaplarının yeniden basılması için uğraştı annem. Şair Nabi Nayır babamın arkadaşıydı. Varlık yayınlarını çıkarıyordu. 1948'den 1965'e kadar kitapları da basılmadı."
Oysa bugün, Sabahattin Ali’nin kitapları Millî Eğitim Bakanlığı tarafından yüz temel eser listesinde yer alıyor. "Kürk Mantolu Madonna" ise çok satanlar listesinde senelerden beri yerini korumakta. Fakat o zamandan bu zamana değişmeyen bir şey var:
Günümüzde de aydınlara yönelik baskılar, gözaltılar, hapisler bütün dünyada devam etmekte. Bu yüzden Sabahattin Ali’nin yapıtları hâlâ güncelliğini korumaktadır. Bütün bunlara rağmen, popülist dalganın zalim otoritesine karşı Sabahattin Ali’nin hepimizin çok iyi bildiği bir dörtlüğü pandemi günlerinde dahi bizi ayakta tutmak için yeterli olmakta:
"Dertlerin kalkınca şaha Bir sitem yolla Allah'a Görecek günler var daha Aldırma gönül aldırma"
Not: Bu yazının kısa hâli 10 Ağustos 2017 tarihinde Hürriyet KitapSanat ekinin kapak yazısı olarak basılmıştır.
Kaynak
Moran Berna, "Türk Romanına Eleştirel Bir Bakış 2", İletişim Yayınları, 2001.
Comments