Metin YETKİN
Orwell’ın “Hayvan Çiftliği” ve “1984”ten önce yazdığı “Papazın Kızı”, yazarın ustalık dönemine bir geçiş olarak nitelendirilebilir. Romanın ana konusu inanç olsa da, arka planda 1930’lar İngilteresi’nin sınıf çatışmaları başarılı olarak işlenmiş.
Dorothy, Knype Hill adlı iki bin nüfusluk bir taşranın papazının kızı. Ev işlerinden, bütçeden ve hatta kilisenin bakımından bile sorumlu. Ne zaman hata yapsa etine toplu iğne batırarak kendine ceza veren Dorothy’nin tek amacı dindarca yaşamak. En büyük vicdan azabı ise Kasap Cargill’e olan borçları. Dorothy’nin antitezi Bay Warburton adlı, hali vakti yerinde olan orta yaşlı hedonist bir çapkın. Dorothy’ye göre onun en olağanüstü özelliği asla utanmaması. Dorothy’nin hayatını değiştiren olay Bay Warburton’ın evinden çıkarken hafızasını yitirmesiyle başlıyor. Orwell, hafıza yitiminin nedenini okuyucuya bırakmış. Dorothy gözünü açtığında kendini Londra’da buluyor. İşçi sınıfından bir grup ile şerbetçi otu toplamaya gidiyor. İsmini hatırlamadığı için kendini “Ellen” diye tanıtıyor. Öte yandan, gazetelerde çıkan papazın kızının bir aşk macerası için evini terkettiği haberlerini görünce hafızası geri geliyor. Fakat üzerine atılan iftiralar yüzünden evine dönemez durumda. Bu süreçte, herkesin üstü tarafından sömürüldüğü hiyerarşi piramidinin en dibine iniyor. Sonunda parası bitiyor ve sokağa düşüyor. Yazar, Dorothy’nin sokakta dilenerek geçirdiği on günü bir rüya sahnesi gibi betimlemiş. Bu sahnede Tanrı’ya lanet ediliyor ve rüya gibi geçen dilencilik macerası Dorothy’nin tutuklanmasıyla sona eriyor. Bu zorlu süreçte Dorothy sömürülenlerin hayatını görüyor; işçi sınıfını, çingeneleri, hayat kadınlarını, hırsızları ve nicelerini. Babasının, nüfuzlu bir akrabasına mektup yazmasıyla öğretmenlik yapmaya başlıyor ve sekiz ay sonra taşraya, iftiralardan arınmış ama inancını kaybetmiş olarak geri dönüyor.
Dorothy’nin geçirdiği bu macera modernizm ve muhafazakarlık arasında kalan bir halkın macerası aslında. Aynı zamanda, ilk feminizm dalgasının filiz verdiği, kadınların kısıtlı bir şekilde de olsa topluma girebildikleri bir dönem. Ancak kadınların yaptığı işler, dadılık, öğretmenlik gibi milliyetçi kanonun onlara biçtiği “analık” misyonunun yansımaları. Kadınlar günde on iki saat çalışıyor ama bir çift çorap bile alamıyorlar. Sendikaları yok, grev olanaksız. Okullar yozlaşmış, öğrencilere el yazısı ve dört işlemden başka bir şey öğretilmiyor. Bütün bu olup biten, Dorothy’nin aklına gelen ilahi dizesi gibi.
“Etrafımda gördüğüm her şeyde değişim ve çürüme var.”
İzole taşra ortamından çıkan ve hayatı gören Dorothy inanç kaybının sebebini anlayamıyor. “Mantığımla vazgeçtim de değil; bir anda başıma geldi.” Dorothy için hayat, anlamını kaybediyor. “Ölüm” denilen son karşısında “hayat” denilen sürecin boşluğunu anlıyor ve hayatın anlamını aramaktan vazgeçiyor. Bu noktada Dorothy kendi felsefesini yaratıyor: İnsanlar için faydalı olanı yaptıktan sonra inanç ve inançsızlık arasında bir fark yoktur. Sürekli çalışarak zihnini kurcalayan bu sorudan kendini kurtarıyor. Böylece, bütün korkularından arınıyor.
“Dünyada hizmet edebileceğiniz bir amaç, hizmet ederken de anlayabileceğiniz bir amaç varsa herhangi bir şey sizi nasıl korkutabilir?”
Papazın Kızı
George Orwell
Çev. Berrak Göçer
Can Yayınları
328 s.
34 TL
Comments