Filozof ve Medya Teorisyeni Byung-Chul Han'la Bir Röportaj
Batu BALTAOĞLU
Byung-Chul Han: Artık bir perspektif kullanma sanatına ihtiyaç duymayan bir dünya pornografiktir.
İnternet sadece özgürlük veren bir alan değildir; kendi başına total kontrol sağlayan bir panoptikondur. Tüm kullanıcılarını dışarıdan röntgenci (“voyeuristic”) bir bakışa veya kapitalist sömürüye sunar.
Hiç kimse, dürüstçe, internetteki küresel veri dağlarının kapsamı hakkında genel bir bakışa sahip olduğunu söyleyemez. İnternetin ilk yıllarında, siber kültür hala fütüristik fikirlerle hayattaydı. Bugün, World Wide Web'deki ruh hali çok daha pragmatik ve “şimdi”ye yönelik takıntılı. Kullanıcılar, pazar payı, kendini ve kendi kendine pazarlama ve diğer kişiye yönelik teknikler tarafından yönlendirilir. Siyasi alan açık değildir ama özel alan herkese açıktır. Apple, Facebook, Google ve Weibo gibi birkaç üst düzey şirket müşterileri kendi sistemlerine bağlamaya çalışıyor. Toplumun yakın gelecekteki dijital dünyada görüşü ne olacak? Görünmez algoritmalar, kişiselleştirilmiş arama sonuçlarını yönlendirir ve reklamlar oluşturur. Birkaç iyi ağa sahip hacker, ana akım ve telif hakları karşısında egemen olabilir. İnternet giderek artan şekilde, film ve TV arşivleri, büyük mağazalar, kafeler ve bir iletişim terminali ile dijital bir masadan regüle ediliyor. Bir sosyal ağ kurulduktan sonra, insanlar başka bir ağ ile yeniden başlamak konusunda isteksiz olurlar. En güncel sosyal ağlardan olan “Google+”ı kullanmak isteyen kişiler gerçek adlarıyla kaydolmak zorundadır; firmalar aktivist blogger'ları değil tüketicileri istiyorlar veya en azından kısa süreli, tüm avatar yaratıklarını.
Filozof Byung-Chul Han, iyimser hazdan, pragmatik kullanıcı çıkarlarına kadar uzanan bu değişim bağlamında canlandırıcı açıklama modelleri geliştirdi. 2006 yılında yayınlanan “Hyperkulturalität”(“Hiperkültürellik”) adlı kitabında Han, kültürün küresel koşullar altında nasıl değiştiğini anlatıyor. Hiperkültürde farklı zamanlar ve süreklilikler yan yana var- bu yüzden Han küresel arazisine “mozaik evren” diyor. Samimiyet, hiperkültürün temelidir. Kuralsız olması yaygın bir etki sağlar. Minimum karşılıklı ilişki ile maksimum dayanışma yaratır. Paylaşılan fikir ufkunun, farklı kimlik ve fikirlerin çokluğuyla ortaya çıkması, tekil bir katılım, süreksizliklerin sürekliliğini doğurur.”Müdigkeitsgesellschaft” (“Yorgunluk Toplumu”) geçtiğimiz yaz yayımlandı ve analiz ettiği toplumun, uygun bir tanı olarak karşımıza çıkması sürpriz oldu. Hayali kimliklere sahip yaratıcı oyun, hiperkültür olarak tanımlanırken, “Müdigkeitsgesellschaft”, yorgun toplumun olumluluk artısının sonucudur.” Bu yüzden çok az enerji vardı! Bu olumluluk, aynı zamanda, düşmana karşı düşmanın, içeriden dışarıya veya kişisel olana karşı yabancı olanın kutuplaşmasının olmadığı, olumsuzluğun olmadığı bir alanda yaşar”. En son kitaplarından “Die Topologie der Gewalt”ta (“Şiddetin Topolojisi”), şeffaflığın ekonomik sürecin bir etkisi olduğundan da bahsediyor yazar. Dijital forumlarda, söylemi, yaygın olarak kabul edilen birkaç kuralla vurgulayan, İnternet görgü kuralları(“netiquette”) idi; şimdi ise sosyal ağlar etkileşim için sadece dar pencereler sağlayarak her türlü olumsuz ifadeyi engellemeye çalışıyorlar. Beş milyondan az kullanıcı Facebook'taki “beğenmeme” düğmesi lehine. 750 milyon üye ile karşılaştırıldığında, bu ihmal edilebilir bir sayı. Samimiyet hala böyle bir bağlamda yerinde olabilir mi? Peki ya arkadaşlığın maddi olmayan değeri?
2006 yılında yayınlanan “Hiperkulturalität” kitabınızda hiper kültürü bağlantılar ve ağlar gibi internete özgü terimler kullanarak nitelendirdiniz. Hiperuzay dediğinizde internet mi demek istiyorsunuz, yoksa hiper kültür başka yerlerde de belirgin mi?
Hiperuzay, her şeyin birbiriyle kaynaştığı ve ağa bağlandığı tamamen melez ve karışık bir alan, kültürel ve bölgesel işaretlerin silindiği bir alan, toplam mesafe eksikliği ile işaretlenmiş bir alan. Dolayısıyla, hiperkültür, kültürel gerilimlerin olumsuzluğu ile aşılanmış olan kültürler arası durumdan ve çok kültürlülükten farklıdır ve kültürel belirleyicileri ve mekânsal kapsamı koruyan kültürler-arasılıktan farklıdır. Tabii ki, internet kesinlikle hiperuzay unsurlarına sahiptir ve küresel hiperkültür sürecini hızlandırır. Klasik anlamda kültür, tabiri caizse, hiperkültürde ve gerçekte kültürden daha kültürel olan şeyde kaybolur: Baudrillard'ın söylediği gibi, gerçekten daha gerçek olanda, yani hiper gerçeklikte kaybolur.
Sosyolog Aras Özgün bir zamanlar sosyal ağların hakimiyetini Haussmann’ın 19. yüzyıl Paris'in modernizasyonu ile karşılaştırdı: sosyal ağlar kendisine göre internetin büyük bulvarları. Sosyal ağlar aynı zamanda hiperkültür mimarisini mi oluşturuyor, yoksa İnternet'te diğer organizasyon biçimlerini görüyor musunuz?
“Bulvar” terimi, aslında surlar ve hendeklerle güçlendirilmiş bir kalenin parçası olan "bolwerc" sözcüğünden gelen “bulwark”lardan geliyor. Paris bulvarları aslında bu bulwarklara benziyor. Bununla birlikte, ağ bir bulwark değildir. Rizom yani köksap, bir ağ için daha uygun bir metafor olacaktır. Diğer yandan sosyal ağlar, rizomlar kadar açık ve kontrol edilemez değildir. Bunun yerine elektronik bir panoptikon oluştururlar. İnternet sadece özgürlük veren bir alan değildir; kendi başına total kontrol sağlayan bir panoptikondur. Tüm kullanıcılarını dışarıdan röntgenci(“voyeuristic”) bir bakışa veya kapitalist sömürüye sunar. Bununla birlikte, disiplinli bir toplumdaki panoptikonun aksine, kontrol izolasyonla değil, ara bağlantıyla sağlanır. Sınırlı mahkumlar özgür kullanıcılara veya en azından özgür olduklarına inanan kullanıcılara yol açar. Ama ikisi de panoptik bakışın insafına kalır.
İnternet hangi özgürlük kavramını temsil ediyor? Seçme özgürlüğü mü yoksa neo-liberal formül mü?
Özgürlük, aşırı bir sınırlamama olarak, pornografik çıplaklığa kadar uzanan teşhir, bir iletişim, bilgi ve üretim orgiası olarak kendini gösterir. Ancak ilginç olan, bu özgürlüğün orijinal karşıtlığına dönüşmesidir. “Müdigkeitsgesellschaft”ta, özgürlüğün, kendini sömürme şiddetine dönüştüğüne işaret ettim. Sınırlamama özgürlüğü ve inhibisyon (şartlı refleksin yitimi) özgürlüğü müstehcenlik doğurur. Anlatımı, ritüelleri veya sahneleri olmayan bir dünya müstehcendir. Artık bir perspektif kullanma sanatına ihtiyaç duymayan bir dünya pornografiktir.
Samimiyet, farklı kültürleri açan ve birbirine bağlayan bir tür pencere oluşturma yeteneğine sahiptir, yazmışsınız. Pencereleme (“windowing”) sizin “hipermetinsel deneyim modu” olarak adlandırdığınız şeydir, burada herkes diğerini yansıtır veya başkalarının kendi benlikleri içinde görünmesini sağlar. Arkadaşlık, sosyal ağlarda fazla vergisi olan bir kavramdır. Arkadaşlık dediklerinin, samimiyet dediğiniz şeyin olduğunu söyleyebilir misiniz?
Bir süre önce Burger King, “Whopper Sacrifice” projesini başlattı. Facebook'ta on arkadaşı silerseniz ücretsiz bir Whopper kazanıyordunuz. Arkadaşlara da bir Whopper için kurban edildikleri bildirimi vardı. Facebook'taki bir arkadaşlık, birkaç gram kıyma kadar değerli görünüyor. Neo-liberalizm, bireyleri bile yalnızca kâr vaat eden iş anlaşmalarına giren mikro girişimcilere dönüştürdü. Arkadaşlık bir istisna değildir: aynı şekilde kârlı olması da bekleniyor bu durumda. Aristoteles'e göre bir arkadaş ikinci bir benliktir. Bugün, bir arkadaş bir üründür. Facebook'u dostça bir mekân olarak ideal hâle getiremezsiniz; sonuçta, vicdansız zorbalığın gerçekleştiği bir alandır. Ekonomik açıdan bakıldığında Facebook bir sömürü alanıdır.
Hangi ürün arkadaşlar arasında alınıp satılır? Bilgi mi yoksa dikkat mi? Ve kâr ne olurdu: acaba sembolik sermaye mi?
Arkadaşlar müşteri, yeni arkadaşlar yeni müşteri olur. Egonun narsist hissini güçlendiriyorlar. İnternet, her şeyden önce kendinizle karşılaştığınız bir alandır. Diğer kişi çoktan gitmiştir. Depresyon, ilişkilerden mahrum bırakılmış, neyin farklı olduğu konusundaki tüm duyguyu yitirmiş narsist benliğin bir hastalığıdır. Sanal alan, bir aynılık cehennemidir.
Bugün “Hiperkulturalität”'a bakarsanız: gelecek vizyonunuz çok iyimser miydi? Ve beş yıl sonra yayımlanan “Müdigkeitsgesellschaft”'ı bu geleceğin ayıltıcı bir analizi olarak mı görmeli miyiz?
“Hyperkulturalität” kitabı bir soru işareti ile biter, daha doğrusu bir Handke alıntısı ile: “Eşiğin acısını hissediyorsanız, turist değilsiniz ve bir geçiş mümkündür.”. Ayrıca, ”Müdigkeitsgesellschaft” kitabı Handke’in “Versuch über die Müdigkeit” (“Yorgunluk Üzerine Bir Deneme”) hakkında bir bölümle bitiyor. Ama bu doğru: “Hiperkültürel”in altında yatan görünüm kasıtlı olarak naiftir.
Hiperkültür yorgunluk toplumu için bir ön koşul mu? Yani “olumluluk fazlası” olarak analiz ettiğiniz, tetikleyen şey midir?
Hiperkültür eşiksiz bir kültürdür. Bugün artık eşiklerin acısını gerçekten hissetmiyoruz. “Toplam hareketlilik ve karmakarışıklık”, geçişin “empatik” anlamda kaybolmasına bile izin verdi. Mevcut toplum olumsuzlukları yıkıyor. Eşik bir tür olumsuzluktur. Tüm eşikler, farklılıklar ve sınırlar bozulduğunda, sonuç genel bir çoğalma ve devrelerin obezitesi, bir hiper-informasyon, hiper-iletişim ve hiper-üretimdir. “Müdigkeitsgesellschaft”, “Hyperkulturalität” 'taki son cümleyi bir adım öteye taşıyor, ancak yeni bir bakışla.
Facebook'ta, olumsuz bir karşılığı olmayan “beğen” düğmesine tıklayarak bir şeyi kabul ettiğinizi göstermek mümkündür. Bu olumsuzluk ve eleştiri eksikliği toplumu nasıl etkiliyor ve nasıl iletişim kuruyor?
Tamamen farklı bir şey olduğunda, şok veya öfke sadece bir olasılık değildir: Bir zorunluluk haline gelir. Mevcut topluma, kişinin kendi hane halkında bile olumluluğun fazlası hâkimdir. Olumsuz duygular, süreci hızlandırmak için bir engel gibi görünüyor. Azami derecede en yüksek ivme düzeyinde, aynı olanlara aynı cevaplar verilir. Olumsuzluk yavaşlatır ve aynılığın zincirleme reaksiyonunu önler.
Uzak Doğu'nun teknik ağlarla çok doğal bir ilişkisi var derken neyi kastediyorsunuz? Batının teknik ağ ile ilişkisi yabancılaşmış mı?
Uzak Doğu, insanların kendini bir ağ kurma tehdidi altında hissedebileceği bir kimlik kültürüne sahip değildir. Çok daha fazla ağ var: Örneğin, çevrimiçi oyunları ele alın. Asyalıların internette Avrupalılardan daha rahat hissettikleri anlaşılıyor. İnternet kültürüne ilişkin çok daha az eleştiri var. Belki de Budist reenkarnasyon nosyonunun, canlılarla genel bir bağlantıyı ima etmesiyle alakalı. Çinli filozof Laozi: “Usta gezgin hiçbir iz bırakmaz.” der. Sanal alanda seyahat etmek bu ideale karşılık gelebilir…
Ancak kullanıcılar iz bırakıyor: Kendi kişisel verilerini. Kullanıcıların bu verilerin nasıl kullanıldığı üzerinde ve ne kadar etkisi olduğu konusunda oldukça tartışma var. Kullanıcıya özel reklamlardan sonra neler olabileceğini hayal etmek biraz zor gibi.
“Usta gezgin hiçbir iz bırakmaz” sözü, “Hiperkulturalität” ile uyum sağlayabilirdi. Bu doğru. Kullanıcılar iz bırakır. Elektronik panoptikonda mahkûm olurlar. İlginç olan, panoptikonda özgür hissetmeniz.
Şunu yazıyorsunuz: “Yeni teknolojilerle hızlanan küreselleşme süreci, kültürel alana bir mesafe yaratıyor. Sırasıyla yaratılan yakınlık, bir bolluk, kültürel yaşam uygulamaları havuzu ve ifade biçimleri yaratıyor. Hiperkültürellik, Batı ve Doğu arasındaki farklılıkların üstesinden gelir mi acaba, çünkü Batı anlatım, kişilik ve kimlik gibi kültürel mizacını hiperkültürellik yoluyla yeniden yapılandırmak zorunda.
Kültürel hiperuzayın batı ya da doğusu yoktur. Aslında, hiperkültürellik, mekanın ve zamanın ortadan kayboluşunu ilan eder. Bugün, burada ve şimdide yaşıyoruz. Bu arada, Microsoft'un eski “Bugün nereye gitmek istersiniz?” sloganıyla belirli olan mesafe bile artık kayboluyor. Tamamen mekânsal veya zamansal aralıkların olmadığı zamanlarda, mesafesiz ve takdirsiz zamanlarda yaşıyoruz.
“Müdigkeitsgesellschaft”’da Melville’in Bartleby'sine disiplin toplumuna muhalefet eden arkaik bir rol modeli olarak atıfta bulunuyorsunuz. Bireyi kendisini sömürdüğü noktaya iten günümüzün başarı odaklı toplumunda, “Yapmamayı tercih ediyorum” reddetme görevini artık göstermiyor. Bu artık etkili bir ret biçiminin olamayacağı anlamına mı geliyor?
Nitekim, reddediş, ancak reddedebileceğim dış baskı ile bağlantılı olarak mümkündür. Benliğin sömürülmesi dışarıdan gelen sömürüden çok daha ölümcüldür, çünkü bir özgürlük hissiyle bağlantılıdır. Aynı zamanda, dışarıdan gelen sömürüden daha verimli ve üretkendir, çünkü seçim yaparak, parçalanana kadar kendinizi sömürürsünüz.Bu sistemin aldatmacası gibi görünüyor. Bugün, hayır diyerek karşı koyabileceğimiz bir hükümdar ya da egemenimiz yok. Sistemik bir dürtüye maruz kalıyoruz, öyle sistemik bir güç ki bizi zorlayan hatta ayartan ve ulaşan kişinin de kendisini sömürmesine neden olan bir sistemik dürtü. Stéphane Hessel’in “Empört Euch”u (Öfkeli Olun) tek başına bu konuda pek yardımcı olmuyor. Sistemin doğasında var olan hilekarlık, kişinin başkaldırırdığı birçok şeyi, yok etmekle başlıyor. Her fail ve mağdur aynı zamanda sömüren ve sömürülen ise, silahlanmak çok zordur.
Dostluğun kilit özelliği olarak kâr amacı gütmeyen ilginin kaybedilmesi öfkelenmenin bir nedeni olamaz mı? Yoksa dijital yaşam tarzlarıyla birlikte tamamen yeni sosyal ilişkiler gelişecek mi?
Sosyoloji ve kültürel bilimler, dijital medya sayesinde gelişen yeni ilişki biçimlerini tanımlama görevine sahiptir. Örneğin, dijital medya tarafından üretilen uzaklığın tamamiyle yokluğu, artık sevgi olmayacak yeni bir sevgi biçiminin, tüm mesafeden yoksun bir sevginin, tüm özlemin, tüm engellerin, tarih ve kader tanımayan bir sevginin ortaya çıkmasına neden oldu. Öyle bir aşk ki, lirik güçleri ortaya çıkaramaz halde. Pozitifliliğin fazlalığı tam bir bağlılık yaratmaz, gerçek bir temas olmadan bağlar yaratır. Aslında, aşk olumsuzluk olgusudur. Belki de en iyisi budur. Farklı ilişki biçimlerini karşılaştırmamalı ve birbirleriyle oynamamalıyız. Sevgi yerine, artık tüm kaderlerden yoksun “beğen” düğmesine sahibiz.
“Müdigkeitsgesellschaft”un sonunda, olumlu yorgunluk biçimlerine atıfta bulunuyorsunuz. Handke'ye göre, temel yorgunluk “sakin hareketsizlik” sağlıyor. Bu durumu aktif toplumdan dışlanmışlıkla ilgili olarak görüyorsunuz. Aynı zamanda, yorgunluğun bağlantıya veya ilişkiye ihtiyaç duymayan bir toplumu hayal edilebilir kıldığını söylüyorsunuz. Handke, bu durumu göstermek için Hollanda'dan bir natürmort kullanıyor. Bugün bu toplum biçimlerini nerede görüyorsunuz?
Bahsettiğim Handke alıntısı şöyledir: “”Hepsi bir arada” için bir görüntüm var : 17. yüzyılda, çoğunlukla birçok Hollandalı için ,bir böcek, bir salyangoz, bir arı veya bir kelebeğin, çiçeklerde hayata gerçek içinde oturduğu çiçek natürmortlarında , hiçbiri birbirlerinin farkına varmasa bile hep birlikteler, o anda , benim an'ımda.” Aklıma gelenler ütopyacı bir toplum, akrabalar veya ortak bir ilişki olmadan yapabilen bir dostluk topluluğudur. Bu dostluk sadece ötekiyle ve yabancıyla uyanır. Fark ne kadar büyükse, benlik daha fazla dostluk kazanır. Aynı'yla olan dostluk ise mümkün değildir.
Comments