top of page

Orwell’ın Günlüğünden Savaş Manzaraları 3: Savaş Sonrası Günlükleri


M. Utku YEŞİLÖZ








Artık insanlara çok uzak, çok arkadaki şeylerdir onu hayata bağlayan. Aslında tehlikeli bulduğunu sezdiğimiz politikleşme ile bilgisizliğin neden olacağı hiçlik için aynı anda kaygılanan Orwell, son günlüğünde de yaşamın öngörüsüzlüğüne, sıradanlığına bırakırken zihnini bir yandan da kendisiyle olan diyaloğunu sürdürür. Tam da burada yazarın içtenliğini görür okur. Kafka gibi, Pavese, Zweig, Oğuz Atay gibi isimlerin de taşıdığı bu içtenlik, bahsedilen yazarların günlüklerinde kurulan monologları getirir akla.


“Şaşırıyor birdenbire insan bu çok uzak ve çok arkadaki şeylere bağlı oluştan.” Nâzım Hikmet, Memleketimden İnsan Manzaraları

Tek cilt hâliyle ilk kez 2009 yılında Diaries adıyla baskıya giden George Orwell’ın günlüklerinin seri şekilde Sel Yayınları’nca basılacağı müjdesi verilmişti. Serinin ilk kitabı 2017’de “Savaş Günlükleri”, ikinci kitap 2019’da “Savaş Öncesi Günlükleri” adıyla çıktı. Günlükler: III alt başlığıyla Haziran 2020’de çıkan serinin son kitabı “Savaş Sonrası Günlükleri”, yazarın hayatı için birincil, dönemin siyasi ve sosyal koşullarını analiz etmek içinse ikincil birer kaynak niteliğinde. “Kelimeleri kullanabiliyor olsanız da bunlar hep uygunsuz olanlardır” (s.191) Üçüncü ve son günlükten baktığımız bu düzlükte kelimeleri görmek… Burcu Halaç tarafından bu yıl Türkçeye kazandırılan “Savaş Sonrası Günlükleri”, ülkenin COVID-19 nedeniyle zor zamanlar geçirdiği şu dönemde okurlarıyla buluştu. Bahar aylarından bu yana kabuğuna çekilmek zorunda kalan Orwellseverler için bir nefes bahçesi adeta, kitap. Bu tabiri düşündürense günlüğün ilk sayfalarından son sayfalarına varıncaya kadar, geniş bir yelpazede, yazarın ekip biçtiği ilginç çiçek isimlerinin yer alması. Yaşadığı dönem ve sonrasında etkisini yitirmeyen Orwell’ın yaşamındaki ayrıntıları belli ölçüde okura aktaran serinin son kitabı, yazarın politik çalkantılara dair gözlemlerini geri plana aldığı, dairesinin bombalandığı yılın yazında ilk kez gittiği ve son senelerini geçirdiği, oradayken de Bin Dokuz Yüz Seksen Dört’ü (1949) tamamlama fırsatı bulduğu Jura Adası’ndaki günleri aktarır.

Hem ülkesinin hem kendinin zor zamanlarından sonra bir kaçış-sığınış hâlleri olarak okuduğumuz bu sayfalarda Orwell’ın hastalığına rağmen zihin beceleri, sözcük seçimleri ve bir sonraki güne duyduğu merak müthiştir. Bilhassa 3. Cilt adındaki üçüncü Ev Günlüğü’nde sergilenen arazi, ev taslakları; yapılacak ve gerekliler listesi yazarın muhtemelen daha önce bilinmeyen “sade” yönlerinin temsilidir ve okuru günlüğü okumaya iştahlandırır. “Günlük (önceki cildin devamı)” olarak kaydedilen Ev Günlüğü’nün dördüncü cildi, üçle aynı defteri paylaşır. O beşinci cilde farklı bir defterde başlar. Okura yabancı gelmeyecek bu ciltler “Savaş Öncesi Günlükleri”nde denk gelinen yumurta sayımlarının devamını içerir. “Ciddi biçimde hasta olduğunuzda ya da ciddi bir hastalıktan iyileşme sürecinde, beyniniz açık açık greve gider ve resimli gazetelerden, kolay çengel bulmacalardan ibaret bir yaşamınız olur.” (s.190) 29 Ekim 1947’ye kadar Orwell kayıt tutmaya devam eder. Ev Günlüğü 5. Cilt, bu tarihten sonra yazarın ciddi şekilde rahatsızlanması üzerine kız kardeşi Arvil’e devredilir. O da kendisinden beş yaş büyük olan ağabeyinin izinden gidip yaşanan olayları, hava durumlarını, toplanan yumurta sayılarını ve lastiklerin kaç defa patladığını kaydetmeye devam edecektir. Orwell’sa günlüğünü hastanede kaldığı yedi aylık süre sonrasında yeniden açacak, 24 Aralık 1948 yılına kadar kayıtları almaya devam edecektir. 1930’lu yıllardan 1940’lı yılların sonuna kadar süren kayıtlarda yazarın edebi birikimi, kendi dönemi için söyleyecek bir sözünün olması onu ölümünden sonra da hafızalara alınacak bir isim yapmakta. Hayatı yoğun tanıklıklar içerisinde geçen yazarın yaşam ve yazı tarzını günbegün değiştirirken görmekle birlikte gündelik meseleler içerisinde uzun sayılmayacak bir ömrü iyi kurmaca eserler vererek tamamlayacağını biliriz. “11 Haziran 1947: Güzel, durgun, sıcak bir gün. Bu yılın en iyi günü denebilir. Deniz cam gibi.” (s.122) Artık insanlara çok uzak, çok arkadaki şeylerdir onu hayata bağlayan. Aslında tehlikeli bulduğunu sezdiğimiz politikleşme ile bilgisizliğin neden olacağı hiçlik için aynı anda kaygılanan Orwell, son günlüğünde de yaşamın öngörüsüzlüğüne, sıradanlığına bırakırken zihnini bir yandan da kendisiyle olan diyaloğunu sürdürür. Tam da burada yazarın içtenliğini görür okur. Kafka gibi, Pavese, Zweig, Oğuz Atay gibi isimlerin de taşıdığı bu içtenlik, bahsedilen yazarların günlüklerinde kurulan monologları getirir akla.


Yazın yaşamına ilişkin kesitlere daha fazla rastlayacağımız yazarın “defterindeki ilgili kayıtlar” ve günlüğün son kısmında yer alan “Son Edebiyat Defteri’nden İlgili Kayıtlar”, bir Orwell okuru olmak için okumalara günlüklerden başlama sebebi olabilir. Zira eserlerinde fark edilen gözlem gücü, detay okuma yetisi ve kurduğu dil yapısının niteliği değerlendirilirken elbet bir kaynaktır onun günlükleri. “Dün gece ilk kez kuzey ışıklarını gördüm. Bulutu andıran uzun beyaz ışınlar gökyüzünde bir kemer oluşturuyor ve arada sırada olağandışı bir titreşim sanki üstlerinde bir ışıldak oynaşıyormuş gibi üzerlerinden geçiyor.” (s. 153)




Savaş Sonrası Günlükleri-Günlükler III

George Orwell

Sel Yayınları

Çev. Burcu Halaç

237 s.

2020


bottom of page