Beyza ERTEM
Philip Roth, kendi kitaplarını, onları yazarken keşfeden bir yazar. 2006 yılında Fresh Air’de “Başlangıçta hiçbir şey bilmiyorum, bu da yazmayı eğlenceli hale getiriyor” demişti. “Her kitaba bir amatör olarak başlıyorsunuz... Yavaş yavaş, cümle cümle yazarak kitap, kendisini olduğu gibi gösteriyor size... Her cümle, bir vahiydir.”
Roth, salı günü, 85 yaşında hayatını kaybetti. İlk olarak, 1950’lerin sonunda ve 60’lı yıllarda Yahudi kimliğinin yeni türde bir hikâyesini yazmasıyla tanınmıştı. Portnoy’un Feryadı ve Hoşça kal, Columbus gibi kitaplarda, kültürlerine ve ailelerine yabancılaşmış genç Yahudi erkekleri gülünç bir şekilde kaleme almıştı. 1997 tarihli Pastoral Amerika romanı Pulitzer Ödülü kazandı ve yazar iki defa National Book Award for Fiction ödülüne layık görüldü. Roth, geçen yıllar içinde, Fresh Air’de birkaç kez göründü. 2000, 2004, 2005 ve 2006'daki röportajlardan alıntıları tekrar gözden geçirerek onu hatırlıyoruz.
Newark, N.J.’de Bir “Yahudi Köyü”nde Büyümek Üzerine
33'te doğdum ve sanırım 43'e kadar sürekli uyanıktım. Bütün ülke savaştaydı ve ülkenin ruh hali savaşa göre belirleniyordu. Bu havayı mahallemizde hissediyordum, diğer her yerde olduğu gibi. ...
Bu arada, kendimi hiç Amerikan Yahudisi olarak düşünmedim. Kendimi bir Amerikalı ya da Yahudi bir Amerikalı olarak düşünüyorum. ... Ama isterseniz bana "Newark Yahudisi" diyebilirsiniz -Newark İtalyanları, Newark Lehleri, Newark İrlandalıları gibi.
Bence, çocuklar olarak, bu farklılıkları şehirde yerel bir şekilde deneyimliyoruz çünkü bu şekilde tanımlanmış mahallelerde yaşadık. Belli bir yabancı düşmanlığı vardı, belli bir husumet vardı. Ancak, biri mahalleyi terk ettiğinde sen Newark Yahudisi değildin, Amerikalıydın.
Kuşağının ve Ailesinin Kuşağının Sekülerleşmesi Üzerine
Bir Yahudi mahallesi, bir Yahudi ilkokulu, bir Yahudi lisesiydi. Yahudiler, Yahudiler, Yahudiler, her yerde Yahudiler… Ama hayatımda sokakta takke takan bir Yahudi görmedim. Birisi bana son zamanlarda bunu sordu: Çocukken kippa takmış mıydım? "Çok çirkin. Böyle bir şeyi asla düşünmezdim, mahallede başka kimse de düşünmezdi." dedim. Yani, burası yüzde yüz Yahudi mahallesiydi ve kippa takacak tek bir can bilmiyordum; bu da şiddetli bir sekülerleşme ile kuşağımın ve ailemin neslinin aynı şiddetle Amerikanlaşması hakkında çok şey anlatıyor.
20'li Yaşlarının Başlarında Orduda Geçirdiği Zaman Üzerine
Washington'daki Walter Reed Hastanesi'nin halkla ilişkiler bürosundaydım. Benim işim koğuştan dışarı çıkmak ve yeni gelen yaralı askerler hakkında bilgi almaktı. Sonra da onların yerel basını için küçük bir açıklama yazmak.
Walter Reed'de birçok ampute vardı ve ben de koğuştan dışarı çıkıp bu adamlarla konuşmuştum. Tahmin edebileceğiniz gibi üzücüydü. Kore Savaşı'ndan hemen sonraydı. Onlarla fizik tedaviye giderdim ve paralel çubuklar üzerinde yürümeyi öğrenmelerini izlerdim. Bu acıma duygusu, kahrediciydi.
İlk Eserleri Hakkında Nasıl Hissettiği Üzerine
O kitapları unutmuş durumdayım. Gerçekten. Yani, ne hakkında olduklarını ve nasıl yazıldıklarını belli belirsiz bir şekilde biliyorum ama — ne kazar zamandır anımsamıyorum — 30 yıldır okumadım herhalde. Bana çok ama çok uzak görünüyorlar. Onları muhtemelen sevmezdim. Bu tür tepkilerde yalnız olduğumu sanmıyorum. Bence birçok yazar, "çıraklık çalışmaları"nı okuduklarında -ki bu hadiseleri böyle görüyorum- ne kadar acemi olduğundan rahatsız oluyor.
İlk dört kitap, Hoşça Kal, Columbus, Salıverme, İyiyken ve Portnoy'un Feryadı, dört farklı kişi tarafından yazılmış olabilir. Tutarlı bir ses yok. ... Bu kötü bir şey değil esasen. Roman yazmaya hâkim olmamın imkânı da yok. Bu konuda ustalaşmamıştım. Bir romanın ne olduğunu, kısa bir hikâyenin ne olduğunu anlamaya çalışıyordum. Kısa öykülerden hızla vazgeçtim. Ben, gerçekten seveceğim büyük bir şey buldum: Roman. Ama bu bir arayış.
Uzun Bir Terapi Seansı Olarak Anlatılan 1969 Tarihli “Portnoy'un Feryadı” Romanının Kaynağı Üzerine
1960 ve 1962 yılları arasında Iowa City'deki yazarlar atölyesinde öğretmenlik yaparak geçimimi sağlıyordum ve öğrencilerimin arasında bazı Yahudi öğrenciler de vardı. Hemen hemen hepsi bir noktada, yazarın cinsiyetine bağlı olarak zorba bir anneyi, etkisiz bir babayı ve öfkeli bir kızı veya oğlu konu eden bir hikâye yazacaktı. Bunu defalarca görünce halk kültürüyle karşı karşıya olduğumu kanıksadım. Bu insanların geçmişleri, onları bu efsaneye götürüyordu.
1967'de, İyiyken kitabımı bitirmiştim ki bu kitap tek bir yönü dışında Portnoy’un Feryadı’nın antitezidir: bir kızın ailesine karşı öfkesini anlatıyor. Sanırım bu, Portnoy’un Feryadı’nı yazmamı sağladı. Ben de "Yahudi Bir Hasta, Analizine Başlıyor" diye adlandırdığım kısa bir hikâye yazarak işe başladım. Yazdım ve “Esquire” dergisinde yayımlandı ... Bu kitabı yazarken kafamda çok fazla öngörü yoktu, ne yaptığımı ise önceden bilmiyordum.
Kısa hikâyeyi yazdıktan sonra düşündüm… "Devam et. Orada bir şey buldun." Ne bulmuştum? Görünmez analistle konuşurken ya da en azından bunu kibirli bir şekilde kullanırken rahat bir şekilde konuşabilmeye başlamıştım. Psikanalitik seans bana seksten özgürce konuşma izni de sağlamıştı.
Yazar Saul Bellow’dan Esinlenmesi Üzerine
Bizim nesilden yahut biraz daha genç olan meslektaşlarımdan yarım düzinesinin gözlerinin, edebî özgürlüğe Bellow sayesinde açıldığını varsayıyorum. Tıpkı genç birinin büyürken bir ağabeye özgürlüğünü görünce hayran olabileceği gibi. Hepimiz böyle bir deneyim yaşamışızdır. Tıpkı bir yazarda olduğu gibi sadece özgürlüğü değil, aynı zamanda enerjiyi- söylemeye gerek bile yok- dehayı hissedersiniz. Bellow kendisinden sonra gelen koskoca bir Yahudi yazar neslini, hayatlarındaki çok güçlü bir olguyu yazma konusunda özgürleştirdi: Kendi Amerikanlıklarını.
Plansız Bir Ev İnşa Eder Gibi Yazmanın Hissettirdikleri Üzerine
Yapmaya çalıştığınız şey, bir cümleyi önceki cümleye ve bir sonraki cümleye bağlamaktır. Bunu yaparak bir ev inşa ediyorsun, bilirsin. Mimar ve müteahhit, bir evin bittiğinde nasıl görüneceğini bilirler. Benimse bittiğinde nasıl görüneceği hakkında hiçbir fikrim yok -işte bu büyük bir fark. Yapılıp yapılmayacağı hakkında bile en ufak fikrim yok, çünkü üzerinde çalışırken ne yaptığını bilmiyorsun.
Annesinin ve Babasının Mezarlarını Ziyaretleri Üzerine
Ölü olan için olmasa bile, oradayken onların anılarına daha yakın hissediyorum. Açıkçası ailem, bir kutuda toprağa gömüldüğü için oldukça mutluyum. Bu, bana gidebileceğim bir yer gösteriyor. Burada olduklarına inanmıyorum. Öldüklerini biliyorum ama bir şekilde "yer"in bir önemi var. O, düşüncenize odaklanıyor. Yalnız ve duraksız olmanızı sağlıyor ve onları, onlarla birlikte geçen geçmişinizi, onların kim olduklarını düşünmenize imkân sağlıyor. Yılda bir defadan fazla değil ama düzenli olarak onları ziyaret ediyorum ve bu, benim için büyük bir anlam ifade ediyor.
Arkadaşların Bir Şok Olarak Gerçekleşen Ölümleri Üzerine
Arkadaşlarının ölmesi, başa çıkması çok çok zor bir durum. 60’larınıza ve 70’lerinize geldiğinizde işte o zaman, ayrılıklar başlar. Gerçekte ölümün bariz bir açıklaması yok. Bence arkadaşlarım bunu hiç hesaba katmadı. Ancak arkadaşlarınız hayatınız boyunca arkadaşlarınızdır, öylece, olduğu gibi: Bakın, işte hep birliktesiniz!
Comentarii