top of page

Sanki Bir Devir Kapandı...


Metin YETKİN






Yılbaşı gecelerinizi hatırlayın. Benim hatırladığım “Katina’nın Elinde Makası” ilkin. Çok değil, birkaç sene öncesine kadar yeni yıla girdiğimiz o gecede yine Huysuz Virjin vardı. Öncesinde yine o vardı.

Osmanlı’nın modernleşme döneminin ne zaman başladığı tartışmalıdır. Koçi Bey Risalesi’ne kadar geriye gidenler, 1699 Pasarofça anlaşmasını kabul edenler yahut 1789’da Fransız İhtilali’ni ve şehzadelik döneminde Fransa ile sıkı ilişkiler kuran III. Selim’in tahta geçişini kabul edenler vardır. Ancak, modernleşme sürecini hangi tarih kabul edersek edelim kadınların 19. yüzyıla kadar Osmanlı toplumunda yer bulamadığı aşikâr. Milliyetçilik fikrinin gelişmesiyle birlikte “anne, öğretmen” gibi anahtar rollerle kamusal hayata giriş yapmıştır Osmanlı kadını. Bunu takip eden süreçte ise haklarını Nezihe Muhiddin, Afife Jale gibi öncülerle tırnaklarıyla kazıyarak almıştır. Hatta Yaprak Zihnioğlu, “Kadınsız İnkılap” kitabında Nezihe Muhiddin ve Kadınlar Halk Fırkası merkezinde bunun çarpıcı bir örneğini verir.



Kadınlar Türkiye coğrafyasında kamusal alana girmeden önce ise sanat ve eğlence icralarında erkek egemen bir yapı söz konusudur. Özellikle meyhane ve kahvehane kültüründe “zenne”, “köçek” veya “çengi” adı verilen erkek dansçılar ön plana çıkar. Ancak sık sık içki yasağı konulması, meyhanelerin kapatılması gibi kanunlar çıkınca, 16. yüzyılda İstanbul merkezli gelişen kahvehaneler, halkın hem tekke ve zaviyeler dışında sosyalleşebildiği hem de eğlence faaliyetleri düzenleyebildiği mekânlar olmuşlardır. Üstelik 17. yüzyıldan itibaren divan şairleri halk şairlerine, halk şairleri de divan şairlerine öykünmeye başlamış (“Mahallileşme Akımı” diye adlandırılır fakat o dönemde bir akımdan söz etmek güçtür) saray kültürü ve halk kültürü orta yolda buluşmuştur. Nedim’le birlikte gelişen “şarkı” türü de bestelenmek için aruzun kolay kalıplarıyla yazılan dönemin popüler şiirleri haline gelmiştir. Dönem ise zevkusefanın (birtakım ciddi sosyo-kültürel gelişmeler olsa da) zamanı olan Lale Devri olunca erkek dansçılar eğlence meclislerinin vazgeçilmez bir parçası olmuş, çengilik yahut köçeklik de bir meslek haline gelmiştir. Öte yandan Amerika ve Avrupa kıtalarında da benzer bir süreç yaşanıyor “drag queen” kavramı da 19. yüzyılda popüler hâle geliyordu. Ancak bu kavram 27 Haziran 1969’da New York’ta polis şiddetine karşı direnişin ön saflarında yer aldıkları Stonewall ayaklanmalarında dünyaca tanınacaktı.


Osmanlı’ya dönersek, erkek dansçılar komedyenler ve tuluat sanatçılarıyla bir lonca oluşturmuşlardır. Zira meslekleri performansa dayalı olup tiyatronun bir dalı olarak benimsenmiştir. Sözün özü, sanatkarlardır. Karagöz, orta oyunu, meddah gibi geleneksel tiyatro türlerinin öncülüğü 1800’lerin sonuna kadar devam etmiştir. 1870 yılında Osmanlı’ya gelen İtalyan bir müzik grubunun ismi “Cantare”dir. İtalyanca şarkı söylemek anlamına gelen bu sözcük “kanto” olarak benimsenmiştir. 1880-1920 yılları arasında kanto en parlak dönemini yaşamıştır. Hatta bu dönemde en popüler teatral-müzikal tür olduğu söylenebilir. Yine bu döneme damgasını vuran kantocu ise gösterilerini “neşe-i dil” yani “gönül neşesi” adıyla takdim eden Peruz Terzakyan’dır. Ondan etkilenen Virjin adındaki genç kız ise Peruz Hanım’ın yardımıyla “Küçük Virjin” namıyla ilk Rum kantocu olmuştur. Adile Naşit’in anneannesi olduğunu da belirtelim.



İşte, eski sigorta memuru Seyfi Dursunoğlu 38 yaşında sahneye çıktığında “Virjin” ismini ondan, “huysuz” lakabını da zor beğenen biri olduğu için arkadaşlarından alarak 1970’lerde kulüplerde sanatını icra etmeye başlamıştır. Ünü bir anda yayılınca TRT’de Öztürk Serengil’in programına çıkmış ve hazırcevaplarıyla, nüktedan kişiliğiyle Türkiye halkının sevgisini, daha da önemlisi saygısını kazanmıştır. Kısaca hem Batı hem de Doğu kültüründe bu performans sanatına değinmemin sebebi bu mesleğin nasıl doğduğunu göstermekti. Öte yandan, başka bir taraftan bakmak da gerekir: Yılbaşı gecelerinizi hatırlayın. Benim hatırladığım “Katina’nın Elinde Makası” ilkin. Çok değil, birkaç sene öncesine kadar yeni yıla girdiğimiz o gecede yine Huysuz Virjin vardı. Öncesinde yine o vardı. Ancak ne olduysa oldu ona RTÜK yasağı geldi. Direndi: “45 sene evvelki Türkiye beni kabul etti de 45 yıl sonraki mi kabul etmeyecek?” diyerek bizleri yine bırakmadı. Bedenini bilime katkı sağlamak için kadavra olarak bağışladı, mirasını da kız çocuklarının okuyabilmesi için Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneğine bıraktı. Vefatı bile bir insanlık dersi oldu bize. Ancak şunu sezmiyor musunuz?


Sanki bir devir kapandı…

bottom of page