top of page

Şehrin Ortasında Bir Felsefe Mekânı


Nagihan KAHRAMAN




Ali Teoman, 2009'da Fransa'da düzenlenen "Türk Yılı" sebebiyle Strasbourg'a davet edilir ve kendisinden bir öykü yazması istenir, ancak bir novella yazar. Bu sayede orada bulunduğu üç ayda Café Esperanza ortaya çıkar ve yazar okurla buluştuktan hemen sonra kitap 2010'da Türkiye'de de basılır. Hikâyesi böyle olan eser, geçtiğimiz ay Yapı Kredi Yayınları tarafından yeniden basıldı.


Strasbourg, eserde üç yabancıya kucak açar ve üçünü daima bir araya getirir. Aynı zamanda esas anlatıcı da olan ana karakter, mühendislik eğitimi alan bir Türk'tür -ilerleyen sayfalarda adının “Altuğ” olduğunu öğrenmekteyiz. Altuğ, önceden tanış olan Xeno ve Rapazinho'ya katılır ve kendi deyimiyle aralarındaki yakınlık basamaklarını yavaş yavaş ve zahmetle tırmanır. Xeno, hem felsefe doktorasını hem de romanını bitirmeye çalışmakta olan bir Doğu Avrupalı; Rapazinho ise Güney asıllı bir acemi ressamdır. Kitap, Altuğ ile Xeno'nun felsefesel fikirleriyle başlıyor ve aralara serpilmiş tartışmalarla okuyucuyu konformizm, varoluşun ana ilkeleri, geri dönülmezlik ve bekleme gibi konuları sorgulamaya itiyor. Yer yer, Altuğ'un kendi kendine konuştuğu izlenimi yaratan metin, Xeno'nun yeniden dahil olmasıyla okuru bir diyalog olduğuna inandırıyor. Öyle ki Rapazinho işin içine girene kadar Xeno, karakterin zihnindeki bir varlık olarak bile algılanabilir.


Xeno'yu da Rapazinho'yu da ancak Altuğ'un onlar hakkındaki düşünceleri kadar tanımak mümkün. Xeno, Altuğ'a göre söz sanatı yapmaya, bilgi ve görgüsünü göstermeye bayılan bir laf ebesi, kurnaz bir tilki. Altuğ'a yapıtının üzerine kurduğu izlek olarak geri dönülmezliği seçtiğini uzun uzun anlatıyor: "Bir kibrit çöpünü yakıyorsun ve, çok değil, belki beş saniye sonra parmaklarının arasında tuttuğun kibrit çöpü, az önce çaktığın kibrit çöpü değil artık ve bundan sonra da zamanın hiçbir kesitinde öyle olmayacak, olamayacak." Rapazinho, Güzel Sanatlar Fakültesinde öğrenci fakat orası nadiren uğradığı bir yer olmaktan öteye gidememiş yıllar boyu. Onun mekânı kent, meydanlar, sokaklar... Resim yapar, sokaklarda sergiler, satar. Bunları yaparken aslında bir gün fark edilmeyi umar. Altuğ da diğer ikisi gibi zamanının çoğunu okul yerine kentin kafelerinde geçiren biri. Xeno ile tanışmasına da o kafelerden biri vesile olmuş zaten. İki yıldır ailesinin yanına bir kere bile gitmemiş: "Gerekçem, tasarruf. Ama asıl neden bu değil tabii. Hem aileme ne diyeceğimi bilemiyorum, hem de ha orası ha burası, hiç fark etmiyor: Yaşam her yerde yaşam sonuçta, zaman her yerde akıp gidiyor, ölüm her yerde var. Kana susamış aç tazılar bir an bile bırakmıyor peşimi, ama ben dilim bir karış dışarıda onlardan kaçacağıma, sakin sakin oturuyorum bir kahvehane köşesinde ve serin içkimi yudumluyorum."


Yaşadıkları yerden kaçarcasına uzaklaşan bu üç insanı buluşturup bir arada tutan mekân ise Café Esperanza. Üç umutsuz insan Esperanza'da deyimi yerindeyse oturdukları yerde umut beslemekte. Evlerinden uzakta ama umutlarına yakın hissettikleri yer burası. Nitekim Altuğ, bekledikleri her neyse bir gün geleceğini söyler: "Bekliyorum, bir şeyleri bekliyorum hep. Ben, Xeno, Rapazinho, başkaları, gerçi neyi beklediğimizi bilmiyoruz, beklemeyi sürdürüyoruz ama. Ne olduğu bilinmese de, beklenen bir gün gelebilir. Evet, mümkün bu. Günün birinde ona kavuşmanın sevincini yaşamamız tümüyle olanaksız değil. O ana dek Café Esperanza’da rahatça arkamıza yaslanarak içkimizi yudumlamayı sürdürebiliriz." Burası kendi “Godot”larını bekledikleri yer olmuş. Zaten “esperanza” kelimesi İspanyolca “umut” demek. Benzer bir sembolizasyon Xeno’nun ve Rapazinho'nun isimlerinde de görülür. Rapazinho Portekizce'de "küçük çocuk"; Xeno da Yunanca "yabancı" demektir ve aynı zamanda Antik Yunan filozofu Elealı Zenon’u hatırlatır. Hatta konuşmalarının birinde Xeno, Altuğ'a "(...)bana öyle geliyor ki, sen de en temizinden bir xenophobe'sun, sevgili Altuğ(...)"[1] diyerek kelime oyunu yapar.

Eserde, sembolizasyonlar dışında üslûp açısından Oğuz Atay'la oldukça benzerlik taşıyan yanlar mevcut. Xeno'nun Altuğ'a verdiği şu tepki Oğuz Atay'ın "Ben buradayım ey okuyucu, sen neredesin?" sorusuna da cevap gibidir: "Daha yararcı olmalısın, dostum. Çağ değişti, pragmatizm in, romantisizm out artık. Seninle aynı dalga boyunu yakalayacak ütopik okuyucuyu arıyorsan, avucunu yala, daha çok beklersin." Ali Teoman'ın bir söyleşisinde "Oğuz Atay'ın bütün romanlarını yazmış olmak isterdim ama en çok Tehlikeli Oyunlar'ını!" [2] cevabı da bu durumu destekler nitelikte.


Hacim olarak kısa olsa da içerik ve üslûp açısından oldukça derin “Café Esperanza”. Ancak okuyanlar, eserin sonunun biraz aceleye gelmiş olduğunu fark edecektir. Çünkü savaşmakta olduğu kanser, o sıralar yazarı oldukça yıpratmaktaydı. Nitekim 2011'de de yenilgiye uğrattı. Ali Teoman okurlarına Café Esperanza'yı bıraktı ardında.

"Çünkü umut her an kapıyı çalabilir. Çünkü umut her yerde."

Kaynak



Café Esperanza

Ali Teoman

YKY

68 s.

10 TL

Comments


Matkap'a Katıl

Gönderdiğiniz için teşekkür ederiz!

bottom of page