Burak AKBALIK
Ercan Kesal’ın kaleme aldığı Nasipse Adayız kitabı, 2015 yılında İletişim Yayınları tarafından yayımlandı. Yazar, kitabı senaryo hâline getirip aynı isimle sinemaya aktarmış. Filmin prömiyeri bu yıl 49. Uluslararası Rotterdam Film Festivalinde gerçekleşti. Filmin vizyona gireceği tarihin belirsiz olmasına karşın bu yıl içinde çıkması bekleniyor.
Doktor Kemal Güner’in ilçe belediye başkanlığı seçiminde aday adaylığı maceralarını anlatan bu kitap, adından anlaşılacağı üzere okura toplumdaki birtakım aksaklıkları daha baştan sezdirmekte. İsmiyle müsemma olan kitap, aday adayı olmanın verdiği muğlaklığa kurgusunda da ağırlıklı olarak yer vermiş.
Muğlaklık durumu, aslında romanın birçok yerinde karşımıza çıkıyor. Kemal Güner’e yarım ağızla teklif edilen adaylık mesela… Bunun sonrasında yaşanan süreçte ise Kemal Güner’in ilçe yönetimini hastane yönetimine benzer bir şekilde siyasi arenada üstleneceği fikri okura muğlak bir şekilde sunuluyor.
Ülkemiz siyasetçileri, siyasetten sürekli “er meydanı” diye bahsederken, Ercan Kesal da bu tanımın ışığında, bizlere eril dilin ve yönetim kademelerinin bulunduğu siyasi bir çerçeve çiziyor. Takım elbiseleriyle sürekli bir yerlere koşturan erkekler, kendilerini dahi yönetmekten acizken ilçelerin, illerin ve ülkenin yönetim kademesine girmek için canla başla çalışıyorlar. Her yol mubahtır, diyerek rotalarını çiziyorlar. Kendilerini kimi zaman komik, kimi zaman trajik durumlara düşürebiliyorlar, Kemal Güner’de gördüğümüz işte tam da bu.
Bu “meydanda” söylenenlerin bir ehemmiyeti yok. Laflar çarpıtılır, nabza göre şerbet verilir, yaşananlar unutulur yahut unutulmak istenir. Romanın kahramanı da dalgalı bir denizi andıran bu karmaşanın içine girer ama denizin sadece yosunlu olacağını, her şeye rağmen onun içinde yüzebileceğini düşünürken, aslında içinde ilerlediği mecranın bir bataklık olduğunun ve kendini diplere çektiğinin farkına varır. Bu farkındalık durumundan sonra daha trajikomik hallere düştüğünü görürüz.
Kemal Güner, halkla ne kadar içli dışlı olsa ve onlarla iyi geçinse de siyasetin içinde zaman geçirdikçe bunun yeterli olmadığını anlayacak, hatalarına karşın yoluna yılmadan devam edecektir. O ve siyasi aktörler, “bir yola baş koymuşlardır” ve bu yolda ilerlemeyi istemektedirler. Bunun için etrafındakilere kulak vermez ama bu arenanın içinde çoğu zaman gözlemleyen, bazen olan bitene anlam veremeyen, aynı zamanda sinirlerini korumaya çalışan biri olarak karşımıza çıkar. Aday olabilmek için her davete icabet eder, yemekli toplantılar düzenler, parti yöneticileriyle sık sık bir araya gelmeye çalışır fakat neredeyse her zaman “Ben burada ne yapıyorum?” demekten kendini alamaz. Bir yandan da eski eşi Figen’le arasını düzeltmeye çalışmaktadır. Kendisini en düzgün hissettiği zamanlar da bu zamanlardır ama siyaset uğraşı, eski eşiyle ilişkisine çoğu zaman taş koymaktadır ve ne yapacağını bilmez durumdadır. Siyasetin “sihirli” zeminine adım attığı vakit, farklı bir adam olmuştur.
Nitekim, zaman geçtikçe adaylığının muğlaklığı da belirginleşir. Çok çalışmanın verdiği bitkinlikle kendini tıp fakültesi imtihanlarının sabahında hisseder ve artık “sınava girse de olur, girmese de!”
Uğraşlarını kendi kendine takdir eder ama bundan elde edilecek bir kazanımı artık önemsememektedir. Aslında bu yola çıkmasının sebebi, hayatta önemseyeceği pek bir şeyin kalmamasıdır. Yolun sonuna gelse de o yola bilerek girdiğini hatırına düşer.
“Şimdi olan, benim zamansız telaşlarım, eğilip bükülmelerim aynanın karşısında. Sarhoş gece yarılarım var şimdi. Gereksiz korkularım, çok özenli banyolarım, kaygılarım var…
Ajandalar var. Mektuplar, şampuanlar, işler, güçler, imza sirküleri, hesap numaraları ve iç sıkıntılarım var. İnatla ve özenle taşıdığım çocuk gövdem çok yalanlı bir İstanbul gecesinin içinde ellerini hafifçe çekerek kayboldu gitti. Hepsi bu kadar…”
Son olarak, filmin Kesal'ın ilk yönetmenlik denemesi olduğunu da eklemeli...
Nasipse Adayız
Ercan Kesal
İletişim Yayınları
194 s.
28 TL
Comments