Müge GÜLMEZ
Polat S. Alpman’ın 2016 yılında İletişim Yayınları tarafından çıkan Esmer Yakalılar isimli kitabı 2000’li yıllarda zorunlu göç sebebiyle İstanbul’a göç eden ve Tarlabaşı’nda yaşayan Kürt iş gücünün kimliklerini nasıl yeniden inşa ettiklerini inceliyor.
Çalışmanın gerçekleştiği özgün koşulları, “Türkiye’de yaşanmakta olan toplumsal krizlerin pek çoğu Kemalizm’den boşalan ideolojik ve politik jakobenizmin, sermaye ve sınıf ideolojisinin değişimine bağlı olarak yeniden tesisini içeren politik revizyon ve restorasyon süreci olarak yorumlanabilir” diye ifade ediyor Alpman. Yani Kürt kimliğinin sadece kültürel ve ulusal kimlik üzerinden değerlendirilemeyeceği, aynı zamanda sömürü ilişkileri ve tahakküm mekanizmalarının etkisinin de güçlü bir şekilde kimliği yeniden inşa ettiği bir döneme işaret ediyor ve çalışmanın bu şartlar altında gerçekleştiğinin altını çiziyor.
Araştırmada, sömürü ilişkileri ve tahakküm mekanizmalarının zorunlu göç, mülksüzleştirme ve emek göçü ile birlikte dönüşüme uğramaya başladığı bu yıllarda kentin “sosyal ilişkilerin, üretim ilişkilerinin ve ideolojinin yeniden üretildiği yer” olarak kimliğin yeniden inşasında önemli bir bileşen haline geldiği görülüyor. Beyoğlu hem zorunlu göçün hem de emek göçünün en uğrak yerlerinden biri olmakla birlikte sınıf farkının birbirinden oldukça farklı tüketim alışkanlıklarıyla görünür olduğu bir mekan. Burası halihazırda birçok kimliğin kaynaştığı ve farklı kimliklerin geçmişte aynı ya da farklı zamanlarda belirli izler bıraktıkları bir yer. Türklerin, Rumların ve Bizanslıların kültürel ve mimari izlerini taşıyan bu mekan Kürtler için bir yaşam mücadelesi alanı olarak varlığını sürdürüyor. Birbirinden farklı tüketim alışkanlıkları ve istihdam biçimleri, sınıfsal farklılıkları en görünür yerlerden biri kılıyor. Bu durum Tarlabaşı’nda yaşayan Kürtler için daha çok ayrımcılık ve eşitsizlik pratikleri olarak deneyimleniyor. Böylece, kimlik ve mekan birbirini sürekli olarak yeniden üreten iki uçlu bir mekanizma haline geliyor.
Araştırmada Kürt kimliğinin yeniden inşasında karşımıza çıkan uğrak yerlerden birinin okullar olduğunu görüyoruz. Derinlemesine görüşmelerde görüşmecilerin Kürt kimliğine sahip olduklarını ilk kez okulda fark ettikleri farklı hikayelerle karşımıza çıkıyor. Hatta bunu bir görüşmecinin ifadesine referansla “başa bela olan Kürtlük” olarak kavramsallaştırıyor Alpman. Bunun yanı sıra, yerlilik ve yabancılık kavramlarının inşa edildiği “yerli-son-yerleşim” diye adlandırılan mekânsal uğrak, ilk kez farklı etnik kimliklerle karşılaşılan yer olmamasına rağmen etnik tahakküm mekanizmasının işleyişinin günlük pratiklerde somut ve baskın olduğu bir mekan ve deneyime işaret ediyor. Burada ezen ile ezilen arasında Kürtlüğün ne demek olduğuna dair karşılıklı algılar inşa edilirken, kurumsal, kamusal ve siyasal formasyon da özellikle sınıfsal sömürünün farklı boyutlarının yaşandığı kentte yeniden tanımlanıyor. Diğer bir deyişle, burada Kürt kimliği ilk defa kendi sosyal ve kültürel formasyonu dışında algılanıyor ve bu kimlik kendi yaşam pratiklerini oluşturuyor.
Kent ve mekanda yeniden inşa edilen Kürt kimliği ve tahakküm mekanizmaları ekseninde “Cahil, bölücü, terörist, iç düşman, dış mihrak, tehlikeli” olarak nitelendirilen bir öteki olduklarını, suçla damgalandıklarını, siyasetten isteseler de uzak kalamadıklarını, Tarlabaşılı olmayı bir zorunluluk olarak gördüklerini, kendilerini mekana ait hissetmediklerini ve geleceklerini hayal edemediklerini anlatan bir çoğunluğun hikayesine ayrıntılarıyla şahit oluyoruz bu kitabı okurken.
Yani içinde bulunduğu koşulların ve kendisinin madun olduğunun farkında olan ve bunu dile getiren bir madun kimliği ile karşılaşıyoruz. Alpman, Spivak’a referansla madunun içinde bulunduğu koşulların farkında olup kendisini ‘madun’ olarak tanımladıkları noktanın kendini bu durum içerisinden sıyıran sınıfsal bir fraksiyon haline dönüştürdüğüne değiniyor. Tarlabaşılı olmak başlı başına bir kimlikken, Kürt kimliğinin de buna eklemlenmesiyle kimlik-mekan ilişkisi üzerinden bir itibarsızlaştırmaya maruz kaldıkları da görülüyor. Enformel istihdama, yetersiz beslenme ve barınmaya mecbur edildikleri damgalanmış bir mekanda, prekarizasyonu ve kent yoksulluğunu güçlü bir biçimde deneyimleyen madunlar farklı direniş biçimlerini de kendiliğinden geliştiriyor. Çalışmada, Kürtlerin gündelik hayatlarını tahakküm mekanizmalarıyla en az yüzleşecekleri biçimde organize ettiklerini ve kendilerine göre “taktikler” geliştirdiklerini görüyoruz. Bu bağlamda siyasal katılım ezen ile en az karşılaştıkları ve kendileri için mücadele edebildikleri yegane alanlardan biri haline geliyor.
Alpman’ın çözüm sürecinde gerçekleştirdiği bu çalışmada görüşmecilerin, güvensiz, geleceğe yönelik karamsar ve kırılgan tutumları dikkat çekiyor. Araştırma baştan sona sınıf mücadelesi, tahakküm mekanizmaları, direniş biçimleri ve madunluk üzerine önemli kavramsal tartışmaları yaklaşık yüz kişi ile yapılan derinlemesine görüşmeler ekseninde başarılı bir şekilde sürdürüyor.
İletişim Yayınları
376 sayfa
33 TL
Comments