top of page

Suya Anlat




Onurcan IRMAK







Ne zaman kötü rüya görsem, artık anneme ilişmeden musluğu açıyor, kötü rüyalarımın suyla birlikte akıp gitmesini izliyordum. Büyülü bir yere dönüşmüş, sıradan bir yer olmaktan çıkmıştı banyomuz. Sararmış fayansların, şofbenin ve alafranga tuvaletin ötesinde musluğun içinden çıkanla, lavaboya akan suyun aynı olmadığı bir yerdi. Mehmet’le Hatice’ye de bahsetmiştim.


Çukurların üzerinin zar gibi buz tabakasıyla kaplı olduğu, betona soğuktan basamadığın bir kış zamanıydı.


O günün ertesinde çok zayıf düştüğümden, annem beni okula salmamıştı. Ateşim yükselmişti. Üzerimi yorganımla kapattıkça, annem üzerimden çekiştiriyordu. Saatte bir buz gibi dereceyi koltuk altıma sokuyor, baktı faydası yok; beni soyuyor, banyoya sokuyordu. Gece ilerlemiş, bitkinlikten zor da olsa uykuya dalmıştım. Uyuduğumun üzerinden ne kadar geçmişti bilmiyorum fakat sabaha karşı korkuyla uyanmıştım. Uyanır uyanmaz da annemin yanına koştum. Telaşıyla kalkmıştı, beni görünce. Etrafına sarınarak, gördüğüm rüyayı anlatıyordum.


“Anne, perdeyi böcekler kaplamıştı. Odamdaki perdelerin aynısıydı, rüya değil sandım ilk başta. Sürekli ötüyorlar, hareket ediyorlardı. Ardından benim onlara baktığımı fark ettiler, üzerime evi yiyerek yaklaşıyorlardı. Dışarıyı görebiliyordum. Evimiz ortadan kaybolmuştu neredeyse. Kendimi aniden dere kenarında buldum. Sular gittikçe büyüyerek, üzerime geliyordu. Çok korktum, sonra uyanmışım.” Beni dikkatle dinledi. Ama gözleri düşünceliydi, bir sırrı saklarmış gibi. Aklına gelen parıltının ışığıyla, yüzüne sıcacık gülümseme yayıldı. Sırtıma dokundu. Ağzından tek kelime çıkmadan, elimi tuttu; banyoya götürdü. Musluğu açıp “ Oğlum ben kötü rüya gördüğümde ne yaparım biliyor musun?” Gözlerimi merakla onun dudaklarından dökülecek kelimelere dikmiştim o sırada. “Ne yaparsın anne?” Saçlarımı okşadı, “ Suya anlatırım. Su alır götürür kötülükleri. Sen de öyle yap hadi. Anlat suya, tamam mı?” İnançla kafamı salladım. Anlattıklarımı yeniden, atlamadan hatta abartarak, (Bu da korkudan olacak.) suya anlattım. Annem mutfakta, kahvaltı hazırlıyordu o sırada. Meraklanmıştım, sormam gerekiyordu. “ Nereye gittiler anne? Su anlattıklarımı nereye götürdü?” Şimdi gülerken dişleri gözüküyordu. “Çok uzaklara oğlum, oralara istesen de gidemezsin. Bir daha karşına çıkmasın diye, bilmediğin yerlere aktı rüyaların.” Cevap çok hoşuma gitmişti. Uzaklara ha! Bir dere ağzında ya da koca bir gölde birikebilirdi anlatılanlar.


Ne zaman kötü rüya görsem, artık anneme ilişmeden musluğu açıyor, kötü rüyalarımın suyla birlikte akıp gitmesini izliyordum. Büyülü bir yere dönüşmüş, sıradan bir yer olmaktan çıkmıştı banyomuz. Sararmış fayansların, şofbenin ve alafranga tuvaletin ötesinde musluğun içinden çıkanla, lavaboya akan suyun aynı olmadığı bir yerdi. Mehmet’le Hatice’ye de bahsetmiştim. Onlarda şaşırmış, aynı zamanda da sevmişlerdi bu oyunu. Kötü rüya görürlerse, suya anlatmaya onları da başlatmıştım böylelikle. Başkalarının ellerine düşmesini istemediğimizden, üçümüzün arasında sır olarak kalmasını kararlaştırmıştık. Bir de annem vardı tabi, sırra ortak.


Bazen işe yarıyor gibi geliyordu. Zaman zaman da yaramıyordu diye düşünüyordum. En azından fena hissettirmiyordu anlatmalarım. Kimi zaman rüyalarım bir ay uğramıyordu. Kimi zamansa günde iki tane gördüğüm oluyordu. Tabi beni sevinçle yatağımdan çıkaranlar da vardı aralarında. Akıp gitmesini istemediğimden, küçük bir not defterine yazıyordum. Annemin fikriydi bu da. Bulutlarda yüzen bir gemiye bindiğim veya evlerin bile yastıktan olduğunu gördüğüm güzel rüyalardı.


Toprağın çözülmeye başladığı, kuru soğukların geçmeye yüz tuttuğu günlerde, rüya yerine; gerçekten benim için kötü olan bir olay paylaştım suyla. Aslında üzüntüden son çare olarak paylaşma gereği duydum. O gün gecenin çökmesini, herkesin yatağa girmesini bekledim. Zamanın geldiğini düşündüğümdeyse, ağır hareketlerle yatağımdan doğrulup kapıya geldim. Sabırla araladığım kapıyı açıp salona çıktım. Banyoya geçerek, musluğun hortumunu elimle kıvırıp mermere akmasını sağladım. Böyle olunca kendi kısık sesimden başka bir şey duyulmuyordu.


“Biliyorum sana sadece rüyaları anlatmam gerekiyordu. Annem öyle dedi, ama aklıma çözüm yolu gelmeyince sana anlatmak istedim. Sabahleyin, bizimkiler köyden taşınacağımızı söylediler. Duyar duymaz çok üzüldüm. Babama ‘Neden?’ diye sorunca, gözlerini; pencereden gözüken Sivritepe’ye sanki cevabı onun vermesini beklermiş gibi doğrulttu.


Saniyeler geçmeden, gözlerini oradan alıp bana çevirdiğinde, ‘İş icabı oğlum.’ dedi, sadece. Ben yetinmeyip, ‘ İyi de Mehmet var, Hatice var bir de Akkuş var, kim besleyecek onu? ’ dedim. Hiçbir şey demeden, apar topar dışarı fırladı. Pencereye çıktım. Hızlı adımlarla kayboluşunu izledim. Sanırım Sivritepe’nin eteklerine atacaktı kendini. Arkadaşlarım işlenmeye gittiklerinden onlara da anlatamamıştım. Yarın okul zamanı onlara anlatmam gerecek.


Gidişimizin sadece iş icabı olmadığını, anca akşama benim uyuduğumu sanıp annemle babamın mutfakta oturmuş, iki sene önce birlikte bıraktıkları sigarayı, bana aldırmadan dertlenerek içtiklerinde anladım. Kapının yanına, ayıplanması gereken bir şeyi yaptığımı bilerek, sırtımı duvara dayayarak, onları dinlemeye başladım. Konuşulanlarda da duman gibi yoğundu ve havada asılı kalıyordu, benim aklımda kalması gibi.


Babam iş için demişti, doğruydu; yalnız eksikti. Babamdan kaynaklanıyormuş iş yerindeki sıkıntılar. Tarım Kredi’ye altı yedi ay önce gelen Müdür Sami Bey, babamın davranışları sevmediğinden, ona sürekli yüklenmeye başlamış. Hâlbuki babam herkese güler yüzlü, yardımcı olmayan çalışan biridir. Ben bunu kahvede bedavadan içtiğim koruk sularından, oraletlerden biliyordum. Kahveci Şerif Amca, ilk içtiklerimi: “Bu babanın hatırına olduğu için parasını almıyorum.” diyerek, karşılardı. Benim için zaten iyi biri olmayan müdüre iyice öfkelenmiştim. Akkuş’u gördüğünde ayağıyla itelemişti zaten. Üzerine bir de duyduklarım eklenince, sevmediğim biri olup çıkmıştı iyice. Babama artık iş yeri dar gelmiş olacak, tayin istemek zorunda kalmıştı. Ne zamana taşınırız, belli değildi ama sebebi ortadaydı. Daha zor, anneme bile anlatılmayan şeyler de olabilirdi. Benim duyabildiğim bu kadarıydı. Yakalanmayım diye, sırtımı duvardan çektim, suçlu adımlarla yatağıma döndüm.


Babam daha iyi olmasına rağmen müdür kalıyor, biz gidiyoruz. Haksızlık değil mi? Baksana! Niye onu göndermiyorlar? Eğer bu adamı alıp götürürsen sana daha fazla inanırım hem. Bütün sular bir olsanız, yaparsınız. Elbet onun evine giden suyolunu bulursun sen.”


Oysa biraz daha anlatacaktım. Tıkırtılar izin vermiyordu. Bizimkilerin duymasını hiç istemediğimden, musluğu kapattım. Hemen pijamamı indirdim. Tuvaletim gelmese de birkaç damla gürültü yapmaya yetmişti. Ellerimi yıkadım, etrafa hiç gözümü kaçırmadan odama geçtim. Tavana gözlerimi dikmiş, ertesi günü düşünüyor, aklıma türlü güzellikler getiriyordum. Suların elleri kolları olmuş, müdürün evini bulmuşlar ve bilinmez yere götürüyorlardı. Hatta suyun aklına iyice kazınsın diye, bizim çocuklara da anlattıracaktım yarın. Sonuçta onlar da istemezdi bizim gitmemizi.

bottom of page