top of page

“İSKENDER’İ BEN ÖLDÜRMEDİM” ‘Ben iskender’i öldürmedim’


Turgut TOYGAR






Geçen onca zaman zarfında bir yandan ne yazacağımı düşünürken diğer yandan da ölümünün ya da Ahmet Ümit’in deyimiyle “uykuya yatmasının” üzerinden geçen bu kısacık zamanda, içselleştirilemeyecek bir boşlukta yankılanan sesinin tınısını düşünerek en doğru kelimelerle değil, hatıralarımda vücut bulan imgesinin yarattığı çağrışımlara tercüman olacak kelimelerin akışına bıraktım kendimi.

4n1k oluşturup hatıralara boğulmak istemiyorum. Bunlar elbette bir gün yazılır. Ortak bir coğrafyada, farklı mahallelerde, aynı izleklerle, kendi imgelerini oluşturma telaşını taşıyan çocuklardık. Bir gün yolumuz, bir nedenle kesişti. Kopukluklar olsa da onlarca yıl boyunca sürekli görüştük. İlk Meis’ten son gecesine kadar, aynı mikrofondan kendi dizelerimizle kucakladık birbirimizi. Şimdi diyeceksiniz ki, hiç mi kötü bir anın yok? Tuhaf, birçok arkadaştan dinlediğim onca şeye rağmen iskender’le (isminin ilk harfi bilinçli olarak küçük yazılmıştır. Vasiyetiydi!) hiç çatışmam olmadı. Onunla ilgili yaşadığım bütün kötü anılar, onun hayatındaki var olma hallerinde düştüğü sıkıntılara, uğradığı saldırı ve tacizlere dairdir.

Beşiktaş’tan, Köprüaltı’na, Hisar’dan, Beyoğlu’na kadar çakıştığımız (çakıştığımız, çatıştığımız değil) anlar ve mekanlar oldu. Kitabının olmadığı, kitaplarının küçük bir kütüphaneye dönüştüğü, yazılarının olmadığı, yazılarının toplandığında ciltlere sığmayacağı kırk yıla yaklaşan kendi şiir tarihinin de sürekli takipçilerindendim.

O’nun “uykuya yatmasının” sonrasında oluşan derin sessizliğin yakıcılığını hissediyorum hâlâ. Konuşmak için belki çok erken ama geç kalmak da mümkün.

Yarattığı sözlü ve yazılı evrenin büyücüsü, belki de son kelime bükücüydü. Bir gün “kıyamıyorum, bir tek şiirime, bir tek dizeme kıyamıyorum” demişti. O mahcubiyetin etkisiyle kurduğu dizelerin oluşturduğu şiirlerin birçoğu dillere pelesenk oldu. Ki bir şairin hayatında tanık olmak istediği belki de en güzel kelimedir ‘pelesenk’.

Zamanı geldiğinde çok insan çok şeyler söyleyecek O’nun için. Akademik çalışmalara konu olacağını da biliyorum. Gelgelelim bunların tümü sadece yazdığı şiirler, yazılarla ilgili olmayacak. Kendisinde şiiri ‘bina’ edebilen ender karakterlerden biri olarak da imgesi var olmaya devam edecek.

Şiirlerinden dizeler alıntılayarak O’na birçok şey atfetmek mümkün ama bunun birçok yazının konusu olacağını düşünüyorum.

Natama’nın Ocak-Mart 2020 sayısında yayımlanan, Enis Akın’ın 2003-2004 yılları arasında, bir kitap projesi olarak başlayan ama ne yazık ki yarım kalan röportajını okuduğumda, sisli bir sabahta Sarayburnu’na bakar gibi buldum kendimi. Şiir performanslarında çok fazla dile getirmediği ama yer yer şiirlerinin içerisine dizeler halinde serpiştirdiği düşüncelerin samimi dışavurumlarıyla doluydu cevapları. Transparan, kaybolma aidiyetinin en yüksek olduğu şehirlerden biriydi İstanbul, henüz yapay zekayla takip edilmediğimiz yıllardı. Kimse kimsenin nerede olduğunu merak etmez, bilirdi. Göze çakma değil, gönle kakma halleriydi. Yaşamındaki savrulmayı şiirlerinde toparlamaya çalışan çocuklardık. Gerçekten inanıyorduk şiirin dünyayı değiştireceğine. İnatçı ve hırçındık. Belki de bundandır, aynı mahallenin mahcup çocuklarıydık. Hırçındık çünkü yaşadığımız hayatın nesnesi değil, öznesi olmak istiyorduk. Olduk da…

İşte tam bu noktada iskender hepimizi şaşırtacak şeyler yapmaya başladı. Aslında bizim de bildiğimiz ama nedense göz ardı ettiğimiz bir şeyi hatırlattı. Şiir kelimelerle yapılır evet, evet şiir dizelerle bina edilir ama hepsi bu değildir. Şiir şairin öznesi olduğu biricik evrenidir. Yani yavaş yavaş şiire evirilmeye başladı ve hayatını bir çoğumuzun başaramadığı kadar şiire vakfetti.


Bizim kuşağın kadri bilinen, yaşarken hakkı verilen ender şairlerindendir. Ama bu tesadüf değildir. İçinde devindiği beton izleğinin (ki bu bağlamda Natama’da yayımlanan röportajı okumanızı tavsiye ederim) alt yapısı olarak kanalizasyona evrilmesi şehrin, akışkanlığı içerisinde devinirken dışında kalmayı başarabilmesindendir.

Yıllar önce yaptığı bir radyo programı geldi aklıma. Adı, Lağım Fareleri’ydi. Yayın akışı içerinde, (program canlıydı), aldığı konuklar, seçtiği konularla kentli olmaya evirilen bir kuşağa seslenirdi.


Şiirlerini tek bir oktavda okusa da imgelerinin yarattığı iniş-çıkışlardaki atonal akış sarsıcı bir etki yaratırdı dinleyenlerde. Yine aynı söyleşide nekrofiliye duyduğu sevgiden dem vururken, kentin derisini oluşturan ölü dokudan bahsediyordu. Önünde sonunda kabuklaşmış ölü dokuyu atacağına inanıyordu kentin ve feodal önermelerin yarattığı bulantıdan uzak durmaya çalışıyordu.

Özlediği “buluğ çağı”na dair bütün göndermelerini yüklediği şiirler genç kuşaklarda büyük bir kabul gördü. Şiirleriyle büyüyen bir kuşak oluştu. Yaşıtlarının sorunlarıyla, geçmişin hesaplaşmasıyla zaman harcamadan geleceğe göndermeler yaparak kurduğu şiirinin gücünden geliyordu bu. Vasat olmakla eleştirilen birçok şiirindeki kendiliğindencilikte bile sıra dışı sözcükler yanıp sönüyordu.

Kendisine bir çocuk gibi davranılmasından hoşlandığı doğrudur. Sevgi arsızı olduğu da. Herkes gibi onun da şımarık yanları vardı. Tartışılmaz bir egoya sahipti ama kibre düştüğünü neredeyse hiç görmedim. Mütevazı olmaktan kaçınırken, kendisi olmanın hazzını da hissettirdi hep.


“Öldüğüm gün şiirimin ergenlik çağı bitecektir” derken C. Süreya’nın “Şiir genç insan işidir” sözüne atıfta bulunur. Yine onun sözleriyle “İstediği yerde bağırıp çağıran bir şiirdir” onun şiiri.

Çevresini kuşatan bütün nesnelerle kurduğu ilişkideki savrukluk, bir türlü ‘yetişkin’ olamayan, belki de olmayan bir şiirin peşinde koştuğu içindir. Evini bilirim. Evindeki nesnelerin dizilişindeki düzenli savrukluğu da. Aynı durumun şiirlerine yansıması da tesadüf değildir. Oyuncak ayısına gösterdiği ilgiyle, kedisine gösterdiği şefkat, sevgililerine gösterdiği hoyratlık ile arkadaşlarına gösterdiği ilgi arasında tuhaf bir bağ vardır, inorganik bir bağ.

Kendisini neonaturalist olarak tanımlarken içinde bulunduğu kentin köhneliğine, nesnelerin ışıltılı yapaylığına, yenik düşmeden, kendi oluşturduğu disiplinle kurdu şiirini. Şiirini diyorum çünkü şiirden hallerini şiir gibi değil şiir şiir yaşadı. Vecdi Çıracıoğlu’na bir telefon konuşmasında “Buraya kadarmış” dediğini duyduğumda, aslında onun “buraya kadar” demesini, şiirinin ergenlikten çıkıp, delikanlılığa adım attığının bir göstergesi olarak alıyorum.

Sadece şiirle değil, birçok sanat disipliniyle içli dışlı oldu. Burada bunları saymaya gerek duymuyorum. Kronolojik sıraya göre birçok kaynakta bulunabilir. Çünkü biliyordu ki şiir tek başına bir şeydir evet, ama şair birçok dereye bölünebilen bir nehirdir.

“İnsanlar beni beğensin istedim.”

Kim istemez ki… Beğenilmek, saygı görmek, onurlandırılmak. Beğenildi mi? evet. Saygı gördü mü? Evet. Onurlandırıldı mı? evet. Peki ya maruz kaldığı saldırılar? İlenç ve aşağılama. Hep dudak büküp geçti.

Baudelaire, Paris Sıkıntısı adlı kitabındaki bir şiirinde panayırdaki son çadırın önünde duran palyaçoyu anlatır. Ve şu yakıştırmayı yapar; “İhtimal ki o palyaço unutulmuş bir şairdi”. Tiyatroyu simgeleyen iki yüzü, bilirsiniz, biri gülen diğeri ağlayan iki maskı. Sanırım Baudelaire’in palyaçosu trajediye yenik düşmüştü. Oysa iskender iki maskı aynı anda taşırdı yüzünde. Çünkü yaşanılanın ilkinin trajik, ikincisinin komik olduğunu bilirdi. Siz hangisini görmek isterseniz onu görürdünüz.

Ben gülen, alaysı yüzüyle anımsayacağım onu.

“İskender’i ben öldürmedim”. Kitaplarından birinin adıydı değil mi?

‘Ben iskender’i öldürmedim’. Düşen bir tek yoldaşımı, giden bir tek sevdiğimi öldürmediğim gibi. Başta da söylediğim üzere. Ya da Ahmet Ümit’in dediği gibi… “uykuya yatmasının” üzerinde çok zaman geçmedi.

Bu yazıyı yazmaya başladığım andan, bu cümleye kadar geçen zamandan bana kalan en güçlü duygu şu oldu: Çok küçük yaşlarda, henüz köprünün yeni yapıldığı, bağlantı yollarının yetersiz olduğu yıllarda, babamla taşeron olarak çalıştığımız fabrikaya gitmek için ilk kullanacağımız, henüz mevkilerin, kaldırılmadığı vapurların, mevsim değişikliklerinde seferlerinin iptal edildiği yıllarda yaşadığım sevinç… Son kertede söyleyeceğim söz sanırım şudur: Özlüyor muyum? Evet… Zaman zaman hayranlıkla, zaman zaman imrenerek ama her zaman gururla izlediğim sevgili dostum küçük iskender’i özlüyorum ve ‘iyi ki’ diyorum, ‘iyi ki tanımışım’.

Beraber rüya gördüğün dostlara selam söyle. Buluşmak üzere, şimdilik hoşça kal, büyük şair KÜÇÜK İSKENDER.


***


Küçük İskender kimdir?



Asıl adı Derman İskender Över olan Küçük İskender 28 Mayıs 1964 yılında İstanbul’da doğmuştur. Kabataş Lisesinden mezun olduktan sonra Cerrahpaşa Tıp Fakültesine girmiş buradaki öğrenimini son sınıfta bırakıp üç yıl İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Sosyoloji Bölümüne devam ettikten sonra oradan da ayrılmıştır.


1980'li yıllardan başlayarak günümüze kadar çeşitli dergilerde şiirler, eleştiriler, denemeler yazmıştır. İlk şiiri Milliyet Genç Sanat Dergisi'nde, "İskender Över" ismiyle çıkmış, profesyonel olarak ise 1985'te Adam Sanat Dergisinde şiirleri yayımlanmaya başlamıştır.

Küçük İskender’in kimi Avrupa ülkelerinde çıkan antolojilerde de şiirleri basılmıştır. Kanada'da yayımlanan Descant adlı edebiyat dergisinin Türkiye özel sayısında, ABD’de ise Murat Nemet Nejat’ın “eda” kavramı üzerine yoğunlaştığı Türk şairlerinden çeviri antolojisinde kendine yer bulmuştur.


Yaşamı boyunca pek çok ödül almış ve yurt dışında çeşitli etkinliklere katılmıştır.

2000 yılında Orhon Murat Arıburnu Ödülleri'nde Bir Çift Siyah Deri Eldiven adlı şiir kitabıyla birincilik almış, 2001 yılında Almanya'da, 2002 yılında Hollanda'da çeşitli şehirlerdeki etkinliklerde, 2005'te Avusturya'da, 2007'de Makedonya'da, 2008'de İsveç'te konuşmacı olarak ve şiir performanslarıyla kendini dile getirmiştir.


2004'te NewYork'ta ve Kuzey Carolina'da üniversitelerde konuşma yapmıştır ve tek kişilik okuma gecelerine konuk olmuştur.


2006'da İskender'i Ben Öldürmedim adlı şiir kitabıyla Melih Cevdet Anday Şiir Ödülünü kazanmış, 2014'te 7.si verilen Erdal Öz Edebiyat Ödülü kendisine verilmiştir. Jüri ödülün gerekçesini “Türk Şiiri’ne getirdiği özgün soluk ve şiir dilinin geliştirilmesinin yanı sıra otuz yıl boyunca tavrındaki tutarlılık” olarak açıklamıştır.


Bir dönem seslendirme, senaristlik, radyo programcılığı, şiir matineleri de yapan Küçük İskender, içlerinde “Ağır Roman” ve “O Şimdi Asker”in de bulunduğu beş filmde oyuncu olarak rol almıştır.


2018 yılında kanser teşhisi konulan, Paşabahçe Devlet Hastanesinde yoğun bakımda tedavi süren Küçük İskender, 3 Temmuz 2019 tarihinde kanser hastalığı sebebi ile 55 yaşında Bodrum’da vefat etmiştir.





Şiir

Gözlerim Sığmıyor Yüzüme ( 1988 / Adam Yayınları ) Erotika ( 1991 / Adam Yayınları ) Yirmi5April ( 1994 / YKY ) Periler Ölürken Özür Diler ( 1994 / Gendaş ) Suzidilara ( 1996 / Adam Yayınları ) Güzel Annemin Hayal Gücü ( Tek Baskılık Kitap ) ( 1996 / Hera Şiir Kitaplığı ) Ciddiye Alındığım Kara Parçaları ( 1997 / YKY ) Papağana Silah Çekme! ( 1998 / Om Yayınları ) Alp Krizi ( Tek Baskılık Kitap ) ( 1999 / Çalıntı Yayınları ) Gözyaşlarım Nal Sesleri ( 1999 / Adam Yayınları ) Bir Çift Siyah Deri Eldiven ( 2000 / Adam Yayınları ) İpucu Bırakma Sanatı ( 2000 / Om Yayınları ) Bahname ( 2000 / Om Yayınları ) Teklifsiz Serseri ( 2001 / Om Yayınları ) Kahramanlar Ölü Doğar ( 2001 / Om Yayınları ) Çürük Et Deposu ( 2001 / Adam Yayınları ) Eski Kral Deposu ( 2002 / Adam Yayınları ) Siyah Beyaz Denizatları ( Toplu Şiirler I ) ( 2003 / Gendaş ) Barudî ( Kürtçe Çeviri ) ( 2003 / Piya ) Dicle ile Fırat ( 2004 / Gendaş ) Bir Daha Bana Benzeme Angel! ( 2004 / Varlık ) Sarı Şey ( 2010 / Sel Yayınları ) Bu Defa Çok Fena ( 2011 / Sel Yayınları ) Ali ( 2013 / Sel Yayınları ) Elli belirsiz (2014 / Sel Yayınları )


Serbest Metinler

Dedem Beni Korkuttu Hikâyeleri ( 1992 / Parantez ) İkizler Burcu Hikâyeleri ( 1993 / Parantez ) 666 (1994 / Gendaş ) Galileo'nun Pergeli ( 2009 / Sel ) The Kırmızı Başlıklı İstasyon Şefi ( 1996 / Parantez ) Belden Aşağı Aşk Hikâyeleri ( 1996 / Parantez ) Pop H'art ( 1997 / İnkılâp ) Balık Burcu Hikâyeleri ( 2000 / Parantez ) Made In Hell ( 2001 / İnkılâp ) Insectisid ( 2002 / Stüdyo İmge ) Necronomicon / Ölüm Kitabı ( 2004 / Turuncu Medya ) Waliz Bir (2016 / Can ) Her Şey Ayrı Yazılır ( 2016 / Can )


Roman

Flu'es ( 1998 / Parantez) Cehenneme Gitme Yöntemleri ( 1999 / Parantez ) Zatülcenp ( 2000 / İnkılâp )


Özel Derlemeler

Kanlı Lağım Fareleri'den küçük İskender'e ( 2001 / Stüdyo İmge ) Aşk Şiirleri Kolonisi ( 2004 / Everest )

İnceleme / Eleştiri

Şiirli Değnek ( 1995 / YKY ) Eflatun Sufleler ( 2002 / Gendaş ) Rimbaud'ya Akıl Notları ( 2004 / Alkım )


Günce

Cangüncem (1996 / Gendaş ) Bu defa çok fena ( 2011 / Sel)

Comments


bottom of page